Yaşam

Saklambaç oynarken hamile kalma ihtimali

Yazan: Melis Ozan

Kimi kadının bizzat mağduru olduğu kimininse şanslıysa sadece büyüklerinden duyduğu travmatik ilk regl hikâyeleri, psikolog Şule Akdağ’ın 12 yaşındaki kızı Ezgi için verdiği partiyle haber sitelerinin yorum köşelerine taşındı. İnsan hakları eğitimi programı kapsamında kadın ev gruplara eğitim veren psikolog Akdağ, Ankara’da bir restoranda 19 Ekim’de, kızının arkadaşları ve ailelerini davet ettiği bir parti düzenlemişti. […]

Kimi kadının bizzat mağduru olduğu kimininse şanslıysa sadece büyüklerinden duyduğu travmatik ilk regl hikâyeleri, psikolog Şule Akdağ’ın 12 yaşındaki kızı Ezgi için verdiği partiyle haber sitelerinin yorum köşelerine taşındı. İnsan hakları eğitimi programı kapsamında kadın ev gruplara eğitim veren psikolog Akdağ, Ankara’da bir restoranda 19 Ekim’de, kızının arkadaşları ve ailelerini davet ettiği bir parti düzenlemişti. Akdağ’ın yine psikolog olan kocası ise başta partiye katılmayı düşünmediğini, tepkiler üzerine ailesine destek olmak adına bu kararından vazgeçtiğini söylemişti.
Regl partisi haberi yayınlandığı sitelerde okuyucunun yoğun ilgisini gördü. Pek çok yorum yapıldı. Okuyucuların “ilk regl” hakkında aktardığı geleneklerden en akılda kalanı, adet olan kıza “korkmasın” diye atılan tokat. (“Uygulamalar”, bereket getirsin diye kızın ellerini una bulamaktan, ölçüsü belirlensin diye göğsüne bastırılan kaplara kadar uzanıyor.)

Tokat atmaktaki amaç, ailelerin gelişimin doğal bir parçası olan regl hakkında bilgilendirme gereği duymadıkları kızlarının, gördükleri kan karşısında hissettikleri korkuyu tokadın acısıyla bastırmak istemesi olsa gerek. “Kirli” atfedilen kadının Kuran’a dokunması da yasaklar arasında. Hamur açmak, turşu kurmak da bir süreliğine ertelense iyi olur çünkü “tutmaz.” Dün arkadaşlarıyla sokakta oyun oynarken ertesi gün artık doğurganlık mertebesine eriştiği için küçük kızın hayatı da kısıtlanmalı elbette. Saklambaç oynarken ya da ip atlarken hamile kalma olasılığı yüksek çünkü(!) O yüzden küçük kız bir an önce büyümeli, edebini bilmeli.

Halamlar geldi

Bu gelenekleri aile içindeki erkeklerle araya mesafe koymak izliyor. Baba ya da erkek kardeşin yanında regl olduğuna dair en ufak bir ipucu verilmemeli. Bu uğurda kadınlar kendi aralarında nesilden nesile aktarılmış bir jargon bile üretmiş. Kadın olmanın “utancını” vajinaya taktığı “şey”, “kuku”, “muni”, “dudu”, “piti” gibi özenle uydurulmuş sözcüklerle azaltan kadın, adet için de “renklendim”, “halamlar geldi”, “kirliyim”, “hastayım”, “aybaşıyım” gibi yöreden yöreye hatta aileden aileye değişebilen bir dil kullanıyor. Bu dili Erkekleri Doğrama Cemiyeti adlı manifestosu ve Andy Warhol’u vurmasıyla ünlü altmışların Amerikalı radikal feminist yazarı Valerie Solanas’ın tanımlamalarıyla karşılaştırdığımızda aradaki uçurum inanılmaz. Erkekleri “Erkek biyolojik bir kazadır: y (erkek) geni, eksik bir x (dişi) genidir, yani eksik bir kromozom grubuna sahiptir. Başka bir deyişle, erkek eksik bir dişidir. Yürüyen bir başarısızlıktır. Daha gen aşamasında vazgeçilen bir başarısızlık” cümleleriyle tanımlayan Solanas’ın erkeklere yapıştırdığı değersizlik olgusu regl olan kadın tarafından gönüllü olarak benimseniyor ve bir sonraki nesle aktarılıyor.

Aynı gizlilik pamuk devri kapanıp ped devri başladıktan sonra bakkallar için de geçerli. Utana sıkıla istenen ped, bakkal amca tarafından gazete kâğıdına sarılıyor, siyah poşetle sunuluyor. Kadınlık hikâyelerimiz.blogspot’ta ilk regl anılarını paylaşan kadınlardan bazıları da bu alışveriş sorunundan yakınıyor. İsmini vermeyen 33 yaşındaki yüksek lisans mezunu üye, bunu “Bakkal Metin Abi’den orkid alma sorunu vardı. Nasıl söylemek lazım acaba? Zaten o da her seferinde gazeteye sarıp veriyor. Bu iş çok gizli halledilmeli galiba diye düşündüm” sözleriyle ortaya koyuyor.

Kadının gizli saklı yaşadığı bu rutinin aksine ataerkil toplumumuzda erkek küçüklükten itibaren “göster oğlum pipini amcalara” şeklinde uluorta bir özgürlükle yetişiyor. Kadınların doğal biyolojik gelişimlerinden duyulan rahatsızlık bekârete gönderme yapar korkusuyla kadın-kız ayrımına da yansıyor. Cümle içinde kullanılan kadın sözcüğünden “aman yanlış anlaşılır” kaygısıyla rahatsızlık duyup “bayan” diyerek sözde bir kibarlık sergileyen insan sayısı da azımsanacak gibi değil.

“Kadın” demekten utanan zihniyetin ürünü bu tür kadınlara ise günümüzde her yerde rastlamak mümkün. 27 Ekim Show TV ana haber bülteni içinde fonda İnek Şaban filmlerinin müziğini andıran bir melodi ile verilen “özel” dayak haberi buna bir örnek. Eşlerini neden dövdüklerini soran muhabire, erkeklerden oluşan bir topluluk kadınlara uygulanan şiddeti ve aşağılamayı meşrulaştırmaya yönelik cevaplar veriyor. Televizyonun önünden geçmek, kanalı değiştirmek ya da izinsiz dışarı çıkmak sorunun muhatabı erkekler için yeterli bir dayak sebebi. Erkekler arasından sıyrılan orta yaşlı bir kadının “Kadının suçu olmasa erkek niye dövsün?” sözleri ise kadınların bu eşitsizliği kabullendiğini gösteriyor.

Gelinin tapusu

İşyerlerinde uygulanan “kadın kotası” ilkesinin öngördüğü “hadi işyerlerimize bu cinsten de biraz serpiştirelim” düşüncesi ile şekillenen erkek egemen toplumlar, kadın programlarıyla da besleniyor. 29. düğünün gerçekleştiği Dest-i İzdivaç programında sunucu Semra Yücel nam-ı diğer “Semra Kaynana” evlilik cüzdanını müstakbel damada uzatırken “Seni çok tuttum oğlum, eşine sahip çıkıyorsun, çalışmasına izin vermiyorsun. Bu tapuyu sana veriyorum” diyerek gelinin “tapusunu” eşine teslim ediyor.

Kanal 1’de yayınlanan “İyi günde, kötü günde” programında ilişki sorunlarını tartışan aynı zamanda Postagazetesinde “Kırık kalplerin Oya Ablası” köşesinden “Güzin Abla”lık yapan Oya Germen, 29 Ekim tarihli programda aldatan erkeklerin mutlaka bir nedenleri olduğundan bahsediyor. Her erkeğin aldattığına inandığını belirten Germen, suçun eşlerinde de aranması gerektiğini savunuyor. “Hırsızın hiç mi suçu yok” dedirten erkeği aklama, kadına aldatmadan pay çıkarma seansı tüm program boyunca da devam ediyor.

Kentel: “Kadınların onayı olmasa yaşayamazdı.”

İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ferhat Kentel kadınların ataerkil toplum yapısını benimseyişini şöyle açıklıyor:

“Bütün iktidar dilleri gibi ataerkil dil de sadece tahakküm edenlerin, güçlülerin kontrol ettikleri bir dil değil; ayni zamanda zayıfların, tahakküm altındakilerin de kulandıkları bir dildir. Eger öyle olmasaydı, yani sadece dışarıdan bir gücün dili olsaydı, bu kadar güçlü ve uzun süreli olmazdı. Kadınların “onayı” olmadan ataerkil dil de yaşayamazdı. Belki tam da bu nedenle, ataerkil dilin nasıl değişmekte olduğuna dair ipuçları bulmak mümkün. Bu dili yeniden üreten kadınlar, gene bu dilin içinde oldukları için direnerek değiştirme kapasitesine de sahipler.

“Öte yandan “ataerkil” dil sadece ataerkil dil değildir. Aynı zamanda başka iktidar ilişkileriyle birlikte beslenerek yeniden ürer. Örneğin modern zamanlarda milliyetçilik, ulus-devletin erkekliği, sınıf ilişkileri, kültürel kimlikler arasındaki ilişkiler, kamusal alan-özel alan ayrımları, modernlikle yeniden yoğrulan gelenekler, kategoriler -yani kadın ve erkek arasındaki ataerkil ilişkileri doğrudan göremeyeceğimiz alanlar da- ataerkil ilişkilerle karşılıklı olarak beslenir. Basit bir örnekle, devlete (askeriyesiyle, şiddet tekeliyle) kayıtsız şartsız biat eden bireyler aynı zamanda “küçük bir devlet olarak erkeğe” de biat etmeyi öğrenirler. Başka bir ifadeyle, hem kadınlar hem erkekler en büyük erkeklik sembolüne, erkeklik diline biat ederler.

“Dolayısıyla, kocanın dayağını meşru gösteren “erkeklik diline” karşı mücadele ise sadece erkeklere karşı verilemez. Bu dille içiçe geçen ve iktidarı üreten diğer alanlarda verilen her mücadele sonuç olarak erkeklik diline de darbe vurur. Bu mücadele de özellikle kadınların sahip olduğu her türlü sermayeye (kültürel, ekonomik, siyasal) bağlıdır. Bu yüzden örneğin çalışan kadın, başka alanlarda sahip olduğu sermaye sayesinde evde de dayağın meşru olmadığına dair sesini yükseltebilir”

“İş, cinsel ilişki partisine kadar gider”

Önyargıları yıkmak istedim” diyen Şule Akdağ’ın aleni girişimi birçok köşe yazarı ve köşe yazarlığına soyunan okuyucular arasında kadın erkek eşitliği tartışmalarını alevlendiriyor. Sabahgazetesinde çıkan haberle ilgili “Kimse kimliğinden utanıp eksik bilgiler ile yanlış yönlendirilip sindirilmemeli” diyen okuyucu Mehmet Kara gibi düşünen erkekler olsa da Milliyetgazetesinin yorum köşesinde Hafsa_85 takma adıyla “kardeşim edep iffet kalmadı” diyen yorumcu gibi erkekler çoğunlukta. İlk regl partisinin ilk cinsel ilişki partisine kadar gideceğinden ve ülkede “ar namus” kalmayacağından endişeli bu grubu destekleyen bir de kadın kanadı var. www.objektifhaber.com haber sitesinde yorum yapan Özlem takma isimli okuyucu “Bir bayan olarak yaptığı şeyden ben utandım. Bu kadın erkek eşitliği ile ilgili değil tamamıyla edepsizliktir. Benim annem olsaydı reddederdim” sözleriyle bağnaz erkeklere taş çıkartıyor.

www.meleklermekani.com’da düşüncelerini paylaşan site üyelerinden Sakine rumuzlu üye partiyi hiç uygun bulmadığı gibi “biz annemizden bile çekinirdik” diyerek Akdağ ailesini bu “utancı” tüm Türkiye ile paylaştıkları için kınıyor. “Erkeklere sünnet yapılıyorsa kadınlara da ilk regl partisi yapılmalı” diyen okuyucuların aksine Vatan gazetesinden Mutlu Tömbekiçi partiyi “Bana çok göstermelik geldi. Çok çok eğitimliyiz biz, çok çok beyazız biz, çok çok laikiz biz, çok çok süper anayız, çok çok süper babayız demenin bir başka yolu gibi geldi. I-ıh. İçime sinmedi” sözleriyle eleştiriyor.

www.objektifhaber.com sitesinden annesini destekleyen Şule Akdağ’ın büyük kızı Başak Akdağ, annesini cesaretinden dolayı tebrik edip desteklediğini belirtiyor. “Modernlik mi edepsizlik mi” tartışmalarının kadın erkek eşitliği çatışmasına döndüğü regl partisi haberi sayesinde ise ataerkilliği benimseyen “kraldan çok kralcı” kadınların varlığı bir kez daha hatırlanmış oluyor.

Yorum yazın