Genel

Medyanın akreditasyonla terbiyesi

Yazan: Mustafa Kuleli

Genelkurmay Başkanlığı, kimi gazete ve gazetecilere akreditasyon vermediği için sıklıkla eleştirilen kurumların başında geliyor. Akreditasyon yasağı en çok İslami tandanslı ya da muhalif kimliğe sahip gazete ve televizyon kanalları ile bu kurumlarda çalışan gazeteci ve köşe yazarlarına uygulanıyor. Kapatılan Nokta Dergisi’nde yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait medya andıcında, akreditasyon uygulamasının toplumun gözünde “itibarsızlaştırma” uygulaması çerçevesinde […]

Genelkurmay Başkanlığı, kimi gazete ve gazetecilere akreditasyon vermediği için sıklıkla eleştirilen kurumların başında geliyor. Akreditasyon yasağı en çok İslami tandanslı ya da muhalif kimliğe sahip gazete ve televizyon kanalları ile bu kurumlarda çalışan gazeteci ve köşe yazarlarına uygulanıyor. Kapatılan Nokta Dergisi’nde yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait medya andıcında, akreditasyon uygulamasının toplumun gözünde “itibarsızlaştırma” uygulaması çerçevesinde yürütüldüğü de yer alıyordu. TSK’nin eleştirilen bu uygulamasının benzerini birkaç gün önce “sivil” Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı da hayata geçirdi. Başbakanlık Basın Merkezi’nin yıllardır farklı başbakanları takip etmiş yedi deneyimli gazetecinin akreditasyonunu yenilemedi. Akreditasyonları yenilenmeyen gazetecilerin ortak özelliği ise Başbakan Tayyip Erdoğan ya da partisi hakkında “olumsuz” haberler yapmalarıydı.
Hem basın meslek örgütlerinden hem de gazetecilerden tepki alan bu yasaklama hakkında 2 gündür tepkilerini çeşitli kanallardan ifade eden gazeteciler bir yandan da akreditasyon uygulamasını tartışıyor. Yaşanan olayın Başbakanlık Basın Danışmanı Arif Beki’nin keyfi kararlarından biri olduğunu düşünenler de var, bu hareketin hükümetin basını hizaya sokma yönünde bir çabası olduğunu düşünenler de. Bu tartışmalar sırasında en çok dikkat çeken ise Genelkurmay akreditasyonları olmadığı için “yaygara” koparan basın kuruluşları ve bu kurumlarda çalışan kimi kalemlerin sessizliği oldu. Genelkurmay’ın ardından, Başbakanlık tarafından da hayata geçirilen “cezalandırma” uygulamasına verilen tepkiler şöyle:

Hakkı Devrim: “Gazeteciler öğrenci değil, şayet gerekliyse öğretendir”
Gazeteler ve gazeteciler konusunda saygısızlığın, terbiyesizliğin, haddini bilmezliğin görülmemiş bir örneğini de, Radikal’e sataşıldığı gün Başbakanlık Basın Merkezi ortaya koydu. Hürriyet, Milliyet, Vatan, Akşam ve Evrensel gazeteleri ile Star TV’nin Başbakanlık muhabirleri olan yedi gazetecinin Başbakan’ın toplantılarına ve Başbakanlık Basın Merkezi’ne girmeleri yasaklandı. Yeni deyişle «akreditasyonları iptal edildi.» (Turan Yılmaz, Hasan Tüfekçi, Abdullah Karakuş, Ali Ekber Ertürk, Veli Toprak, Sultan Özer ve Fatma Çözen.) Başbakana danışmadan alınacak ve açıklanacak bir karar olamaz bu. Bence basına, haber alma ve gerçekleri öğrenme özgürlüğüne karşı işlenmiş ağır bir suçtur, ki faili de yazık ki Başbakan ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan.

Fikret Bila: “Başbakanlık’ın keyfi kararı”
Başbakanlık’ın bu keyfi kararı, esas itibariyle Başbakanlık muhabirlerine uygulanan bir baskıdır. Başbakan’ı izleyecek muhabirlere verilmiş bir gözdağıdır. Herhangi bir yargı kararına dayanmadan akreditasyon iptali, bundan sonra Başbakan’ı izleyecek muhabirlere de, “Dikkatli olun, bizi rahatsız edecek haberler yaparsanız, sizin izninizi de iptal ederiz” mesajı olarak algılanacaktır. Bu, demokratik ülkelerde örneği görülmeyen bir uygulamadır.

Ahmet Hakan: “Gazetecileri isyana teşvik”
Sadece Başbakan mı? Genelkurmay Başkanı da azar meraklısı… Bakanlar da… “Gazeteci seçmek”, neredeyse milli spor haline geldi memlekette… Başbakan da gazeteci seçiyor, Baykal da gazeteci seçiyor… CHP’lisi de gazeteci seçiyor, AKP’lisi de gazeteci seçiyor… Genelkurmay da gazeteci seçiyor, Cumhurbaşkanı da gazeteci seçiyor… Sanki memlekette “En kolay soruyu soracak gazeteci yarışması” düzenlenmiş, onlar da jürilik yapıyorlar… Bir “soru sorma” mesleği olan gazeteciliği, hiç soru sormayarak yapılacak meslek haline getirdiler…”Mesafesiz bir temas” istiyorlar bizden…

Mehmet Ali Birand : “Gül gitti, Erdoğan’ın freni fena boşaldı…”
Türkiye’de her kurum kendi gazetecisini arıyormuş gibi bir hava var. Bir akreditasyon furyasıdır gidiyor. Asker akreditasyon yoluyla birilerini karargah dışında bırakır, Başbakanlık “kurallara uymadı” diye akreditasyon iptal eder. Ben, gazetecilik hayatının 25 yılını dışarda geçirmiş bir insanım ve akreditasyonun dünyada nasıl uygulandığını çok iyi bilen bir kişiyim. Zira hayatım hep bu akreditasyonlarla geçti. ABD ve Avrupa’da akreditasyon, ayrımcılık için kullanılmaz. Tek kıstas vardır: Gerçekten gazeteci olmak. Bunun için de, gazete veya TV yönetiminden istenen bir yazı yeterlidir.

Derya Sazak: “Muhabire yasak”
Başbakan’ın son dönemde “Obama gibi geldi, Bush’a benzedi” diye fikren kendisine yakın medyadan bile yükselen eleştiriler karşısında gösterdiği “sıfır tolerans” sorunun iktidarın tahammülsüzlüğünden kaynaklanan boyutunu gösteriyor. ABD’de Watergate örneğindeki gibi, başkanları istifaya mecbur bırakan muhabirler vardır. Muhabire yasak savunulamaz!

Nazlı Ilıcak : “Akreditasyon ayıbı”
7 gazeteciye, akreditasyon verilmesini engelleyen Başbakanlık Genelkurmay’a mı özendi? Genelkurmay’ın kurumsal bir tavrı vardı. Başbakanlık ise, kuruma değil, gazeteciye tavır alıyor. “Haber sızdırdı; kışkırtıcı soru sordu” ya da “arzu edilmeyeni yazdı” diye… Esasında, gene de dolaylı olarak kuruma karşı bir tepki söz konusu.(…) Akreditasyonun yenilenmemesini bir nevi sansür addediyorum. Haydi moda deyimle söyleyeyim: “Ya sev, ya terk et”…

Nihat Sırdar: “Dalkavuk”

Artık Başbakanlığa girilmesine izin verilmeyecek gazeteciler arasında daha Tayyip Erdoğan diz dibinde otururken Başbakanlık binasında koridor aşındıranlar var. Bunun tam adı “Padişahım çok yaşa”dır aslında… Padişahım beğenmediği haberi yazanı huzura kabul etmiyor… Değil huzura kabul etmemek saraydan içeri girmesine bile izin vermiyor… Peki bu sadece padişahın beğenmediği haberler için mi geçerli? Hayır… Çok sevdiği yazarlara bile “Sevsinler seni” diyebiliyor… Aslında Türkiye’de basın çalışanları için çok tehlikeli bir süreç devam ediyor. Ne yazık ki basın bunun farkında ama yokmuş gibi davranıyor…

Necati Doğru: “Torbacı ile gazeteci!”
Yasamayı (Meclis’in çoğunluğu elinde), yürütmeyi (kendisi zaten iktidarda) elinde tuttuğu yetmiyormuş gibi basının da tamamını Başbakan’ı, eşini, çocuklarını, bakanlarını, partisini övecek, alkışlayacak, yağlayacak, aklayacak gazetelerden, gazete muhabirlerinden, yazarlardan, gazete patronlarından olmasını istiyor. Demokrasinin bütün güçlerini (yasama, yürütme, yargı, basın) kendi emri altına almayı arzuluyor. Bu dört gücün tek elde toplanması, bu çağda sadece ibiş, geri kalmış, ilkel ülkelerde olur. Bunun bilimsel adı var. Diktatörlük! Bu çağda diktatörlük. Hastalık. Allah şifa versin!

Mustafa Mutlu: “Vatan’ın Başbakanlık muhabirliğine talibim!”
Yani Başbakanlık baktı ki “boykot” çağrısı tutmadı şimdi Veli üzerinden VATAN’ı cezalandırıyor bu gazetenin yöneticilerine, yazarlarına göz dağı veriyor! Dünkü yazı işleri toplantımızdan, Türk basını için tarihi sayılabilecek bir karar çıktı: İki muhabirinin akreditasyonu iptal edilen Hürriyet’in, Başbakanlığa yeni isimler bildirdiği gün VATAN, “Veli Toprak’ın akreditasyonu kabul edilene kadar başka bir isim bildirmeyeceğini” açıkladı. Böylece iktidarın baskılarına karşı gazetecilik onuruyla direneceğini, basın özgürlüğüne sahip çıkacağını gösterdi.

Okay Gönensin : “Medyanın kendini koruması”
Başbakanlığın 7 gazeteciyi “istemiyoruz” demesi üzerine dünyanın bütün özgür ülkelerinde basın kuruluşları bir araya gelir ve hepsi birden başbakanlığa başka isim vermeyi reddeder. Başbakan’ın çalışmaları tabii ki haber olmaya devam eder, bunun için haber ajanslarından yararlanılır. Yapılması gereken budur, medyanın kendisini siyasi baskıya karşı korumasıdır. Duyduğumuz kadarıyla muhabirleri istenmeyen bazı yayın organları Başbakanlığa yeni isim bildirmiş. Bu yayın organları da meselenin önemini bir kez daha düşünüp yeni isim vermekten vazgeçerlerse medyanın siyasilerin oyuncağı olmadığını ve olmayacağını göstermiş olurlar.

Güngör Mengi: “Hayır, boyun eğmiyoruz!”
Başbakan’ın yarattığı hayal kırıklığı, bu ilkel sansür tertibinde kendisinin başrol oyuncusu olduğunu kanıtlıyor. Demokrasi ve özgürlük savunucusu olduğu iddialarına artık kimseyi inandıramaz. Çünkü o artık iktidar gücünün sarhoşluğuna kendini kaptırmış haldedir. Demokrasi ve toplumsal işbölümü ile ilişiğini kesmiş, padişahların bile yarışmakta zorluk çekeceği bir kibir abidesi haline gelmiştir. Padişahlara hiç değilse Cuma selâmlığında “Gururlanma padişahım, senden büyük Allah var” hatırlatması yapılırdı. Bizimki, öyle bir destekten de yoksundur. O nedenle ikbalini borçlu olduğu demokrasinin bile en temel vazgeçilmezlerine meydan okuyor.

Alper Görmüş: “Bu bir görgü ve terbiye meselesi”
Normal bir demokratik ülkede bazı kurumlar kendilerini izleyen gazetecilerin özel bilgileri olmasını isterler ve bu makul bir taleptir. Ancak kişileri kendileri tayin edemezler. İsmin değiştirilmesini isteyebilirler ama geçerli bir gerekçilerinin olması gerekir. Başbakan uçağına bindireceği gazetecileri seçmez. Basın danışmanı aracılığıyla gezinin içeriğine göre uygun gazeteciler seçilir. Tüm kurumlar için bu ilkeler geçerli olmalıdır. Kâğıt üzerinde güzel kurallar koymak işe yaramaz. Bu bir görgü ve terbiye meselesidir. Demokratik kültürümüzün, demokratik terbiyemizin ne kadar olduğunu görüyoruz. Maalesef güçlü kurumlar istediğini yapabiliyor.


Basın meslek örgütlerinin açıklamaları

Basın Konseyi’:“Başbakanlık Basın Baş Danışmanı Akif Beki ile hem uygulamanın başladığı tarihlerde hem de dün görüştük. Meslektaşlarımızın eylemlerinin Basın Meslek İlkeleri yönünden kabul edilemez olup olmadığını belirlemeye kalkmalarının yanlış olduğunu anlatmaya çalıştık. Beki, akreditasyon kartı iptal edilen arkadaşlarımıza ve bağlı oldukları kurumlara daha önce uyarıda bulunduklarını belirtti. Bunun kendisini haklı kılmaya yettiğinde ısrar etti.
Akif Beki’nin, gerçeği yansıtan haberleri bile “yalan” diyerek tekzip ettiğini, Başbakan Tayip Erdoğan’ın makam arabası içinde rahatsızlanması olayında ilk fotoğrafları çeken Milliyet gazetesi muhabiri Serdar Özsoy’un fotoğraflarına el koymaya kalktığını, Başbakan Erdoğan’ın Bilkent Oteli’ndeki konuşmasını izlemeye gelen Fatma Sibel Yüksek isimli gazeteciye engel olduğunu dikkate alarak, 5 meslektaşımızın akreditasyon kartlarının iptalinde de keyfi davrandığını ciddi şekilde düşünüyoruz. Şikâyeti varsa bunu tarafsız bir kurula götürmedikçe, bu tür karar ve uygulamaların basına baskı anlamına geleceğini ısrarla vurguluyor ve arkadaşlarımızın kartlarıyla ilgili olumsuz kararın gecikmeden kaldırılmasını talep ediyoruz.”

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti: “Akreditasyon konusu ülkemizde yıllardır bir sorun olarak gündemdedir. Sorunun çözümünü beklerken yeniden keyfi değerlendirmelerle iptallerin yaşanması sadece gazetecilerin mesleklerini yapmaktan alıkoyma girişimi olarak kalmamakta, halkın bilgilenme hakkını da yok saymaktadır. Yanlıştan en kısa zamanda dönülmesini beklediğimizi belirtir, ‘çok seslilik’ iddialarını da geçersiz kılan yaklaşımı kınarız”

G-9 Gazeteci Örgütleri Platformu:
“Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakanlık’ın gazetecilere dönük tavrı kabul edilemez bir boyut kazandı. Kurumları tarafından “Başbakanlık muhabiri” olarak görevlendirilen ve yılardır değişik başbakanları izleyen 6 deneyimli gazeteci arkadaşımıza “Başbakanlık Basın Kartı” verilmeyerek görevlerini yapmaları engelleniyor. Herhangi bir gerekçe gösterilmeden yapılan bu uygulamanın muhalif haberler yapan ve sorularıyla Başbakan’ı “rahatsız” eden meslektaşlarımızı hedef alması sansürcü bir eğilimin dışa vurumundan başka birşey değildir.”

Yorum yazın