Medya

Sosyal medya, aktivizm, siyaset

Yazan: Hüseyin Aldemir
Hüseyin Aldemir

Türkiye’nin en sorunlu alanlarından biri olan ifade özgürlüğünü sosyal medya bağlamında ele alan konferans yapıldı

İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği (HBSD) ortaklığıyla “Sosyal Medya ve İfade Özgürlüğü” başlıklı konferans, Bilgi Üniversitesi’nin Dolapdere Kampusu'nda yapıldı. Geçen Cumartesi düzenlenen konferansta “İfade Özgürlüğü, İnternet ve Sosyal Medya”, “Siyasal İletişim Süreçleri ve Sosyal Medya”, “Dijital Aktivizm ve Sosyal Medya” ile “Sosyal Medya ve Yayın Politikaları” başlıklı konular bu alanlarda çalışmalar yürüten uzman ve akademisyenler tarafından katılımcılarla paylaşıldı.
HBSD adına konferansın açılış konuşmasını yapan Semahat Sevim, basın özgürlüğü hususunda sermaye ve iktidarın ciddi bir baskısı olduğunu, “Sosyal medya olmasa ne yapardık” diye düşünmekten kendilerini alamadıklarını belirtti. Sevim, haber alma özgürlüğüne hizmet eden, ana akımda görülemeyenlerin görüldüğü bir alternatif olma özelliği taşıyan sosyal medyanın aynı şekilde nefret söylemlerinin de geliştirildiği bir alan olduğunu hatırlattı.

Kırılma noktası: Filtreler
Moderatörlüğünü Bilgi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Turgut Tarhanlı’nın yaptığı oturumda, İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakultesi'nden Prof. Dr. Yaman Akdeniz sosyal medya ve internette erişim yasaklarına karşı yürüttükleri hukuki mücadeleyi anlattı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi'nden Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak’ın da nefret söylemi ile şiddetin birbirine karıştırıldığını belirttiği oturumda Avukat Fikret İlkiz Arap Ayaklanması ve Madrid'deki Öfkeliler eylemleri örneklerinden yola çıkarak dijital medyanın başkaldırıların yeni örgütlenme mecrası olduğunu söyledi.
Oturum moderatörü Turgut Tarhanlı, Google ve Yahoo’nun, Çin’de yaşananlara dair “kirli çamaşırlar” konusunda filtreleme yapmasını, piyasa çıkarları ile özgürlüklerin karşı karşıya gelmesi olarak değerlendirdiği konuşmasında ifade özgürlüğünün demokrasinin yapı taşlarından birisi olmasına karşın sınırlandırılabilir bir hak olduğunu söyledi. Tarhanlı bu kısıtlamaya örnek olarak da Twitter’da “#UnBonJuif” (İyi Yahudi) ve “#UnJuifMort” (Ölü Yahudi) etiketleri altında paylaşılan, ırkçılık ve ayrımcılık söylemlerinin yer aldığı tweetlerin silinerek ilgili kişilerin açıklanması için açılan davayı anlattı. Tarhanlı söz konusu olayla ilgili Fransız Yahudi Öğrenci Birliği’nin (Union of Jewish French Students) başvurusuyla Fransa’da Twitter’ın 50 milyon Euro’luk tazminata mahkûm edildiğini söyledi.

Sansürün bahanesi çocukları koruma
Ulusal ve uluslararası düzlemde hukuki düzenlemelerin yanı sıra “fitreleme” adı altında yapılan sansür üzerinden değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Yaman Akdeniz, internet ve sosyal medya mecralarında ifade özgürlüğü konusunun her zaman gündemde olduğunu belirtti. Akdeniz, kullanıcı odaklı sosyal medyanın gelişmesine paralel olarak internet üzerinde ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin Türkiye, Avrupa Birliği ve tüm dünya genelinde artış gösterdiğini belirtirken, Türkiye’nin bir yandan AB kapısında olan bir ülke durumundayken, diğer yandan da Azerbaycan, Kazakistan, Çin gibi ülkelere yaklaşan bir politik çizgiye gidişinin olduğunu söyledi. Akdeniz,  Avrupa Birliği ilerleme raporlarında da bu yasakçılığa sürekli dikkat çekildiğine değinirken, bu alandaki çeşitli uygulamalardan ve davalardan örnekler aktardı.
Türkiye’de çocukları korumak için çıkarıldığı iddia edilen internet sansürü yasalarının hedef kullanımın ötesine geçip, Youtube’a kapatmaya kadar gittiğini açıklayan Akdeniz, sayfalardaki herhangi bir içerik nedeniyle tüm sitenin kapatılmasının sorun yarattığını vurguladı.
Devletin önce filtreleme politikasını uygulamaya koyduğunu belirten Akdeniz, şimdi ise sosyal medya kullanıcılarının paylaştığı içeriği denetleyip, soruşturmalar açma aşamasına geldiğini belirtti. Gelişmekte olan ülkelerin teknolojiye yaklaşımlarının sosyal medyanın gelişimi ve interaktivitenin artmasıyla Türkiye ve dünyada internetin denetime alınmasının gündeme geldiğini söyleyen Akdeniz, “Kasım 2007’de yürürlüğe giren yasanın ardından siteler hızla kapanmaya başladı. Türkiye’de kaç sitenin engellendiği bilgisi önceki yıllarda devlet kurumlarınca kamuoyu ile paylaşılmasına rağmen, şu anda bu bilgi verilmiyor. Medya taramaları ve izlemeler yoluyla bu rakamın 25 bin civarına ulaştığı tahmin ediliyor. Yeni başlanan filtreleme uygulamasında hangi içeriklerin hangi gerekçelerle engellendiği belli değil” diye konuştu.  
Erişim yasaklarıyla ilgili kimi yasaların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ifade özgürlüğüyle ilgili 10’uncu maddesine aykırı olduğunu belirten Akdeniz, Youtube yasağı nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurduklarını ancak bu internet sitesinin hukuki ve demokratik nedenlerle değil politik nedenlerle erişime açıldığını söyledi. Akdeniz, LastFM adlı sitenin Fikri Haklar Yasası uyarınca erişime engellemesini de AİHM’ye taşıdıklarını ve yıl içerisinde karar çıkmasını beklediklerini sözlerine ekledi.

“Erişim yasakları sistemik ve yapısal bir sorun”
Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak da, gündemde olan Kürt sorununun çözüm sürecine ilişkin yaşananlara atıf yaparak başladığı konuşmasında Başbakanın akil insanlar komisyonu kurulması sürecinde “yasal dayanağa gerek yok” demesini anımsatarak, “Birçok meselede de görüleceği üzere Türkiye’nin sorunu yasal dayanak yoksunluğu. Zaten internet filtrelerin de hiç bir yasal dayanağı yok” dedi. Google Sites'a erişim yasağı nedeniyle AİHM’de görülen ve Türkiye’nin kaybettiği davada yasağın dayanağı olan 5651 sayılı yasanın sistemik ve yapısal bir sorun olduğu tespitinin yapıldığını belirten Altıparmak, “Türkiye mahkemelerinde görülen davalarda, hükümetin aleyhine tek bir karara imza atılmadı. Bu da Türkiye’deki ceza yargısının ifade özgürlüğü davalarındaki tutumunu görmek açısından iyi bir fırsat. Ancak AİHM'de görülen ve Türkiye'nin aleyhine sonuçlanan davanın kararında ise bir blogdaki yayın nedeniyle Google bloglarının erişime engellenmesinin ifade özgürlüğüne orantısız bir müdahale olduğu tespit edildi” diye konuştu. Tutuklu gazeteciler ve öğrencilerden sonra avukatların da tutuklanmasıyla ifade özgürlüğü bağlamındaki sorunlara yeni bir halka daha eklendiğini belirten Altıparmak, “Hükümet yetkilileri, ‘Onlar gazeteci, öğrenci, avukat değil terörist’ açıklamaları yapıyor. Eğer çok saf değilseniz bunun böyle olmadığını zaten bilirsiniz. Çünkü soruşturulan ya da cezalandırılan hususlar mesleki faaliyetler ve ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirilmesi gereken konular” dedi.

Başkaldırı merkezi dijital medya
Kerem Altıparmak’ın internet sansürü ve ifade özgürlüğü çerçevesinde takip ettikleri davalarda yaşadıkları süreci, “Sürekli olarak bir duvara toslama” olarak yorumlamasına atıfta bulunan Avukat Fikret İlkiz de, sosyal medya öncesinde de sokakta ve adliyede avukat olarak sürekli o duvara tosladıklarını söyledi. Arap Ayaklanması ve Madrid'deki Öfkeliler hareketinin eylemlerine değinen İlkiz, dijital medyanın başkaldırıları yeniden örgütlediğini Mayıs 2011'de yapılan bir konferansta konuşan Mısırlı akademisyen ve İslamolog Tarık Ramazan’ın Arap Baharı’na ilişkin sözlerini anlatarak örnekledi. Tarık Ramazan’ın Mayıs 2011'de yaptığı bir konuşmasında Arap Baharı'nın kazara başladığını, Arabistan'daki gençlerin isyanının yolunu yapanınsa sosyal medya eğitiminden geçtiğini söylediğini anımsatan İlkiz, “Ramazan'a göre rejim karşıtı demokrasi hareketi olarak adlandırılan bu hareket kitleleri harekete geçirmek için sosyal medyanın nasıl kullanılabileceğini öğrendi. Madrid'deki gösteriler ise 15 Mayıs'ta başladı. Öfkeliler olarak da bilinen bu eylemciler 15 Mayıs Hareketi olarak anılıyorlardı. İsyan eden herkesi sosyal medya üzerinden meydana çağırdılar. Binlerce kişi sosyal medyanın örgütlemesiyle meydandaydı. Seçim kurulunun yasaklarının kaldırılması için mahkemeye başvurdular ama durmadılar. Bir dakikalık sessizlik eyleminin ardından 'Hepimiz yasadışıyız' dediler. Ve polis başkaldıranlara hiçbir şekilde müdahale etmedi. Peki ya biz Taksim'de toplanıp 'Hepimiz yasadışıyız' desek ne olurdu?” diye konuştu.

Dijital aktivizm=Saydamlık
“Siyasal iletişim süreçleri ve sosyal medya” başlığında tartışmaların yaşandığı bir diğer oturumda ise İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya Bölüm Başkanı Prof. Dr. Aslı Tunç, dünyadan ve Türkiye’den dijital aktivizm hareketlerini anlattı. “Defne devrimi” ve Türkiye’den “İnternetime dokunma kampanyası” gibi örneklere değinen Tunç, sosyal medyanın ve dijital aktivizmin saydamlık ve hesap verilebilirlik açısından topluma çok önemli katkılar sağladığını vurguladı. Sosyal medyanın siyasal iletişim süreçleriyle etkileşiminin tartışıldığı bir diğer oturumda da Yeditepe Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'nden Doç. Dr. Banu Akdenizli siyasal partilerin sosyal medyayı kullanım oranlarıyla ilgili bilgiler verdi. Almanya Yeşiller Partisi'nden Lars Kreiseler de sosyal medyanın yeni bir politika yapma alanı olduğunu söyleyerek çevrimiçi olma kavramının değiştiğini belirttiği konuşmasında, “Sosyal medya sadece evin dört duvarı arasında olan bir şey değil, 2009'da bile eve gittiğinizde sosyal ağlara dahil olurdunuz. Artık bu dönem bitmiştir. Sosyal medya her anınızda yanınızda. Politik erişimi sürekli yanınızda taşırsınız. Bu yüzden sosyal medyayı bir politik alan olarak görmek zorundayız” dedi.
İnternetten yayın yapan Ötekilerin Postası isimli web sitesini temsilen konuşan Emrah Uçar’ın, PKK tutuklularının açlık gevleri eylemi sırısında hayat geçirdikleri “Açlık Grevi Postası” ile başladıkları yurttaş gazeteciliği deneyimlerini aktardığı üçüncü oturumda da change.org'dan Serdar Paktin de internet üzerinden yapılan imza kampanyaların hayatı nasıl etkilediği hakkında bilgi verdi.

Yorum yazın