Medya

Medyanın Bakan Kılıç’a jesti

Yazan: Gökhan Tan
GSB

Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın haber ajanslarına, ajansların kendi imzasıyla medyaya zincirleme servis ettiği “Bakan Kılıç’ın protestocu öğrenciye jesti”, Türkiye’de basın eliyle yapılan son yılların en başarılı PR faaliyetlerinden biri oldu.*

Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın Adana’da kendisine yumurta atma girişiminde bulunan öğrenciyle görüştüğünü, CNNTürk’ün 4 Mart öğleden sonraki bültenlerinden birinde izlediğimde gayri ihtiyari “Helal olsun” dedim. Habere göre, öğrenci yumurtalarının hedefi olmuş AKP’li kabine üyelerinden biri ilk kez, partisini ve kendisini bu yöntemle protesto etmek isteyen bir öğrenciyi dinleme çabası gösteriyordu.

Görüşmenin detaylarını merak ettim; en azından neye “helal olsun” dediğimi anlamak istedim. Ve aynı haberi cnnturk.com’dan izledim. O haberden aktarıyorum: “Bakan Kılıç, olaydan üç gün sonra o öğrencinin hâlen karakolda gözaltında tutulduğunu öğrenince serbest bırakılmasını istedi. Ve eğer öğrenci isterse kendisiyle baş başa görüşmek istediğini belirtti. Protestocu öğrenci de görüşmeyi kabul etti (…) Kılıç ‘Seni buraya bakan olarak değil ağabeyin olarak çağırdım’ dedi. Yetkililere de yurttan atılmaması için talimat verdi.

1 dakika 54 saniyelik haberde dikkat çeken, sorgu ihtiyacı hissettiren birden fazla unsur vardı.  Her şeyden önce görüşme basına kapalıydı ve görüşmeye dair “bilgiler” sadece Bakan Kılıç’ın aktarımıyla veriliyordu. Kılıç’ın, “öğrencinin serbest bırakılmasını istemesi” ve “yurttan atılmaması için talimat vermesi” ise başka soruların nedeniydi. Yumurta atma girişimi bir suçsa ve öğrenci bu eyleminin neden olduğu şüpheyle gözaltına alınmış ise bir bakanın talimatıyla serbest bırakılabilir miydi?

Aynı şekilde YURTKUR disiplin yönetmeliğine göre öğrencinin eylemi, onun yurttan atılmasını gerektirecek bir suç ise bakanın bunu engelleme keyfiyeti var mıydı? Bir de öğrenci gerçekten üç gündür karakolda mıydı? Haber sadece Bakan’ın (ya da bu haberi yazmakla görevlendirdiği kişilerin) aktarımıyla verildiği ve haberciliğin temel unsurlarını karşılamaktan uzak olduğu için bu soruların da cevaplarını öğrenemiyorduk.

Fotoğraf: AA

Fotoğraf: AA

Basına kapalı, ajansa açık

Peki, herhangi bir basın mensubunun bulunmadığı bir görüşme medyaya kimin eliyle ulaşmıştı? Aklıma ilk gelen, “yarı resmi” Anadolu Ajansı’nın (AA) sitesine girdim. Ajansın, saat 15:37’de servis ettiği fotoğrafın altında şu yazıyordu: “Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, Adana Çukurova Üniversitesi Fevzi Çakmak Öğrenci Yurdu’na yaptığı ziyaret sırasında kendisine yumurta atma girişiminde bulunduğu için gözaltına alınan Emre Ersel E.’nin serbest bırakılmasına aracı oldu. Üniversiteli gencin yurttan atılmasını da engelleyen Bakan Emre Ersel E. ile bir süre sohbet etti. (AA -Aytaç Ünal–GSB)”

Bakanın protestocu öğrenciyi gözaltından almaya ve yurttan attırtmamaya muktedir olduğu “bilgisini” onaylayan bu fotoğraf açıklaması, gerçekte tek somut bilgiyi fotoğrafı kimin çektiğini belirtirken veriyordu: Fotoğraf, GSB yani Gençlik ve Spor Bakanlığı çalışanı Aytaç Ünal’a aitti.

Oysa ajansın -abonelik gerektirmeyen sitesinde- saat 16:34’te bu fotoğrafla birlikte yayınlanan “Bakan sahip çıktı” başlıklı haberde, haberin kaynağı belirtilmediği gibi haberi yapan gazetecinin imzası da yoktu. İmza hanesinde sadece “Ankara” yazıyordu. Basına kapalı görüşmenin fotoğrafı bakanlığa ama haber metni AA’ya aitti! 


“Yarı resmi” AA’nın “haberciliği” bir sürpriz değildi. Ya diğerleri? Doğan Haber Ajansı (DHA), saat 13:06’da “Suat Kılıç’tan o isme büyük jest” başlığıyla yayınladığı haberde Ercan Ata/Ankara imzasını kullandı.  İhlas Haber Ajansı (İHA) 13:22’de aynı haberi “Ben Emre’nin Ağabeyiyim” başlığı ve Sinan Uslu imzasıyla kullandı. CİHAN, 13:37’de yayınladığı “Suat Kılıç, kendisine yumurta atan gençle buluştu” başlıklı haber ve fotoğrafın altına Emre Karakütük’ün imzasını attı.

Özetle Türkiye’nin önde gelen ajansları, başlığı ve uzunluğu dışında birbirinden farkı olmayan, çünkü aynı elden çıkmış haber metnine imzasını attı, paylaştı. Kendi yazmadıkları bir haberi, kaynağını belirtmeden, imzasız ya da kendi imzalarıyla yayınladı. Sorgusuz sualsiz servisçilik, önde gelen haber sitelerinde de devam etti; onlar da kaynağını merak etme ihtiyacı duymadan yayınladılar haberi. Ama kimisi daha yaratıcıydı. AA’nın “Ankara” imzalı haberini “Adana”dan bildiren ntvmsnbc.com gibi.

Ertesi gün: Gazeteler

Derken DHA, haberciliğin temel öğelerinden birini hatırlayarak haberde ismi geçen ikinci kişiye, öğrenci Emre Ersel’e ulaştı akşam saatlerinde. Ve görüşmeyi bu kez onun aktarımıyla, “Bakan’ı samimi bulmuyorum” başlığıyla haberleştirdi ve saat 19:40’ta yayınladı. Kendisini karakoldan Bakan’ın çıkarmadığını, daha önce serbest bırakıldığını söylüyordu Emre. Bakan Kılıç “ağabey kardeş gibi” sohbet ettiklerini söylemişti ama Emre’ye göre Kılıç onun söylediklerini asla dinlememiş, sürekli kendi konuşmuştu. Ve ilk haberde Bakan’ın aktardıklarının aksine, Emre’nin söyledikleri sadece “iddia” seviyesindeydi. (Öyle ya, bakanlar gerçekleri söyler, öğrenciler ancak iddia edebilirdi.)

Fotoğraf: Hürriyet

Fotoğraf: Hürriyet

DHA’nın 19:40’ta geçtiği devam haberi, ertesi gün yayınlanacak ulusal gazetelere, öğlen saatlerinde servis edilen ilk habere yer vermiş olsalar bile bunu güncelleme ve “karşı taraf”ın da görüşüne yer verme imkanı veriyordu.

Sabah, Akşam, Milliyet, Vatan, Zaman, Star, Yeni Şafak 5 Mart’taki nüshalarında bu imkândan ve kısmen de olsa gazetecilik yapma şansından faydalanmadı. Hürriyet, Radikal, HaberTürk ve Yurt ise ikinci haberi de gördü.

Ama bir de köşe yazarları vardı. Hürriyet’ten Mehmet Yılmaz 5 Mart’ta Bakan Kılıç’a “polise ve idarecilere verdiği demokrasi dersi için” teşekkür etti. Meslektaşı Mehmet Tezkan, protesto nedeniyle cezaevine giren gençlerin mecburen örgüt üyesi olabileceğini söylediği yazısında “Bakan Kılıç ilgilenmesiydi o genç okuldan da atılırdı, yurttan da” dedi ertesi günün Milliyet’inde.

 

Suç ve ceza ve bakan

Mehmet Tezkan’ın “yaka paça gözaltına alınan ve terör örgütü üyesi muamelesi yapılan protestocu gençlerin tutuklandığı, örgüt üyesi olmasa bile içeride bu yola girebildiği ve bu nedenle Bakan Kılıç’ın kendisini protesto eden genç affederek hayatını kurtardığı” varsayımından başlayalım. Çünkü Tezkan, söz konusu habere yer veren hemen tüm medya organlarının üstü kapalı olarak kabul ettiği şeyi doğrudan, açıkça ifade ediyor:

“Yumurta atmanın bir suç ve Bakan Kılıç’ın da bu suçu işleyen öğrenciyi hem affetme hem de yurttan atılmasını engelleme hakkı/gücü olduğu” peşin hükmünü…

***

Oysa hukukçular aynı görüşte değil. Bugüne kadar siyasetçilere yumurta atan öğrencilerin gözaltına alındığı, hakaret, kasten yaralama, cebir kullanarak görevi engelleme gibi suç isnatlarıyla yargılandığı hatta hapis cezası aldığı doğru. Ancak kimi hukukçulara, örneğin Galatasaray Üniversitesi’nden Dr. Güçlü Akyürek ve Dr. Gülşah Kurt’a göre bu eylem ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilebilir ve suç oluşturmaz. (Yumurta ve ifade özgürlüğü, HaberVs, 9 Mart)

Türkiye’de yargının aynı eylemin cezası için aldığı farklı kararlar da hukukun bu konuda tek bir gerçeğe sahip olmadığını gösteriyor. Nitekim Emre Ersel’in Spor Bakanı’na yumurta atma girişiminde bulunduğu 1 Mart’ta, İzmir Ekonomi Üniversitesi’nden üç öğrenci aynı eylemi Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı’ya karşı gerçekleştirmek istedi. Gözaltına alınan öğrenciler, DHA'ya göre,  5682 sayılı 'Kabahatler Kanunu'nun 41. maddesine göre 30 TL ceza ödeyerek serbest bırakıldı.

Bir an tersini düşünüp yumurta atma eyleminin bir suç olduğunu düşünsek bile, bu “suçu” işleyen Emre Ersel’in bakan tarafından karakoldan çıkarılması ve yurttan atılmasının engellenmesi ise, yasaların ve yönetmeliklerin bir bakan tarafından çiğnenebileceği sorunsalını ortaya koyuyor.

Son olarak 1 Mart’ta gerçekleşen ve medya tarafından takip edilmeyen bir hadisenin, Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından medyaya servis edildikten sonra haberleştirilmesinin bir takım yayınlarda neden olduğu kafa karışıklığını da düzeltmekte fayda var. Emre Ersel E., haberi kullanan kimi yayınlarda belirttiği gibi gözaltında üç değil, yarım gün ya da daha az kaldı.

Zor meslek, çok zor…

Habercilik Türkiye’de ne kadar zor şartlarda yapılıyor değil mi? Tüm ajanslara aynı anda “düşen” haberin bile kaynağını belirtmemeniz, yerine kendi imzanızı atmanız ya da hiç atmamanız, haberin içindeki temel soruları/sorunları görmemeniz ve en zoru, merak etmemeniz, tek görüşle yetinmeniz ve okuyucunun da aynı şekilde düşüneceğini var saymanız gerekiyor.

Ama benim hâlâ bir “helal olsun” borcum var. Son zamanların basın eliyle yapılan en başarılı PR faaliyetlerinden birini yürüten Bakan Suat Kılıç’a… Ve elbette Türkiye medyasına…

*Birgün Pazar, 17 Mart 2013

Yorum yazın