Gündem

Yetti de arttı!

Yazan: HaberVs

Referandumun tozu dumanı yeni yeni dağılırken, yapılan Anayasa değişikliği üzerine gerçekleştirilen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimleri ortalığı karıştırdı. Referandum öncesinde “hayır cephesinin” en önemli argümanı olan ve kısaca “iktidarın yargıyı ele geçirme planı” diye anlatılanların bir paranoya olmadığını ortaya koyan bir seçim sonucu yaşandı HSYK’de. Malum herkesin bildiği üzere seçimleri Adalet Bakanlığı’nın listesi […]

Referandumun tozu dumanı yeni yeni dağılırken, yapılan Anayasa değişikliği üzerine gerçekleştirilen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimleri ortalığı karıştırdı. Referandum öncesinde “hayır cephesinin” en önemli argümanı olan ve kısaca “iktidarın yargıyı ele geçirme planı” diye anlatılanların bir paranoya olmadığını ortaya koyan bir seçim sonucu yaşandı HSYK’de. Malum herkesin bildiği üzere seçimleri Adalet Bakanlığı’nın listesi diye bilinen adaylar kazandı. İlginç olan ise seçimlerden 2 gün önce 15 Ekim 2010’da Sözcü gazetesinde yayımlanan bir haberde Başbakan Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla seçimleri kazanacak kişilerin kimler olduğuna ilişkin bir liste yayımlanmasıydı. YARSAV Başkanı Emine Ülker Tarhan da benzer bir listeden bahsederek seçimleri kazanacak adayların önceden belirlendiğini iddia etmişti. 17 Ekim 2010 günü yapılan seçimlerde iki iddiayı da doğrulayan bir sonuç çıkmış, ne YARSAV ne de Demokrat Yargı Derneği adaylarından hiçbiri seçilememiş ve Adalet Bakanlığı’nın listesi tulum çıkarmıştı. Adalet Bakanlığı her ne kadar kendi bürokratlarının da içinde olduğu listeyi desteklediği iddialarını reddetse de, listedeki tüm isimlerin önceden kimi çevrelerce dile getirilmiş olmasına karşın HSYK üyeliğine seçilmesi iddiaları doğrulamış oldu.

22 üyeden 17’si hükümet yanlısı

AKP iktidarının başlangıcından günümüze dek yüksek yargıyla olan gerilimli ilişkileri, HSYK’nin yargı kökenli üyelerinin Ergenekon soruşturmalarında görev alan hakim ve savcılara ilişkin önerdiği talepler dolayısıyla açık bir mücadale alanına dönüşmüştü. Anayasa değişikliğiyle yapısal değişikliğe gidilen ve ayrı bir sekretarya, bütçe ve binası olan HSYK’ye Teftiş Kurulu da bağlanıyordu. Zaten özellikle referandumdaki “evet” cephesinin de en çok savunduğu bu değişimdi. Bu düzenlemelerin yargı bağımsızlığının önünü açacak önemli gelişmeler olduğu yorumları yapılmıştı. Ancak seçim sonuçlarından sonra ortaya çıkan tablo bütün bu düzenlemelerin yarattığı beklentileri boşa çıkardı. Yeni yapısıyla HSYK, adeta Adalet Bakanlığı’nın bir alt birimi haline gelmiş oldu. Çünkü HSYK’nın 22 asıl üyesinden 10’u Adalet Bakanlığı’nın desteğini alan hakim-savcılardan oluşurken geriye kalanlardan 4 üyeyi Cumhurbaşkanı, 1 üyeyi Adalet Akademisi, 3 üyeyi Yargıtay ve 2 üyeyi de Danıştay seçecek. Adalet Bakanı ve müsteşarının da üyelikleriyle birlikte, hakim ve savcıların mesleğe kabul, atama, terfi ve disiplin işlerini yürütecek olan HSYK’daki 17 üyenin tamamı “hükümet yanlısı” olacak.

AKP yanlısı liberallerde çatlak

Hükümet ya da cemaat yanlısı diye anılan gazeteler seçim sonuçlarını “demokrasi zaferi” olarak niteleyen başlıklarla duyursa da “liberaller” diye anılan ve bir çoğunun AKP hükümetine kayıtsız şartsız destek verdiği kesim ile, referandumda “Yetmez Ama Evet” kampanyası yürüten “sol” çevreler içindeki algı bu yönde değildi. Malum çevrenin bir kısmı “utanç verici” bulduğu seçim sonuçlarına sert tepki göstererek yaşadığı hayal kırıklığını dile getirdi. Yapılanları doğru bulmayan bir diğer grup ise yeni sistemin eskiye kıyasla iyi olduğundan dem vururken, bir kısmı da ortaya çıkan tablodan memnuniyetsizlik duymadıklarını, iddiaları kanıtlayan deliller görmek istediklerini dile getiren yazılar kaleme aldı.

Hükümetin Pirus zaferi

En önemli eleştirilerden birisi, referandumda “Evet” kampanyası yürüten ancak HSYK seçiminden önce Adalet Bakanlığı’nı yargı üzerinde baskı kurmakla suçlayan Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Orhangazi Ertekin’den geldi. Daha seçimler yapılmadan önceki iddia ve eleştirilerini seçim sonuçlarından sonra da yineleyen Ertekin, HSYK üyeliklerini tamamen Adalet Bakanlığı’nın adaylarının kazanmasını, “Hükümet yargıyı iktidarının parçası haline getirdi!” diye yorumladı. Hükümet için “Pirus zaferi” olduğunu vurguladığı seçim sonuçları için Ertekin, “Birinci gayri meşru yargı idaresi yıkıldı, ikinci gayri meşru yargı idaresi de yıkılacaktır” dedi. Ertekin seçimlerden önce de Adalet Bakanlığı’nı; kendilerine bağlı başsavcılık, komisyon başkanları, müfettişler ve bakanlıktaki tetkik hâkimleri eliyle süreci bir resmiyet içinde örgütlemekle suçlamıştı. Bakanlığın kendilerine yakın tabana seslenen adayları, “aday olma, bir bölen olursun, vebali var” gibi manevi telkinlerle ya da “seni başsavcı yapacağız, reis yapacağız, lojman alacağız” gibi vaatler veya üstü kapalı “tehdit”lerle adaylıktan vazgeçirmeye çalıştığını iddia etmişti. Ertekin yaşanan “demokratik” süreci de, “Referandumda ‘hayır’ diyen hâkim ve savcılar, yasadaki değişikliğin kendilerine tanıdığı aday olma hakkını tereddütsüz kullandılar. Buna karşılık referandumda ‘evet’ diyenler, bunun sağladığı sonucu kendi yaşamlarına aktarma becerisini gösteremediler” şeklindeki çelişkiyle özetliyordu.

Liberal kalemlerde hayal kırıklığı
Polis müdürü Hanefi Avcı’nın, Fetullah Gülen Cemaatini hedef alan kitabından sonra yaşanan gelişmeler ve Avcı’nın tutuklanmasıyla bozulan ezber ve liberal kanat içinde kısmen görülen ayrışma HSYK seçimlerinden sonra daha bir ayyuka çıktı. Her ne kadar Avcı hakkında cemaat yanlısı medyada yürütülen karşıt habercilik etkisini göstererek liberal kanat içindeki ayrışma büyümeden giderilse de HSYK seçimlerinin yarattığı “bölünme” giderilecek gibi gözükmüyor. Zaten ideolojik olarak “hayır” tutumu alanlar haklı çıktıklarını anlatan görüşler ileri sürerken, medya dünyasında kendine yer bulan kimi liberaller köşelerinden HSYK seçimleri sonucunu eleştiren yazılar kaleme aldı.

Sivil, devlet dışı olmaktır
Bu yazılardan ilki daha seçimler olmadan 15 Ekim günü Taraf gazetesi yazarlarından Alper Görmüş’ten geldi. Ertekin’in eleştirilerinden alıntı da yapan Görmüş, “HSYK seçimleri ve ‘muhafazakar demokrat’lar” başlıklı yazısında 12 Mart ve 12 Eylül darbelerini alkışlayan İslamcı cenahın kendilerini hedef alan 28 Şubat darbesinden sonra bir dönüşüm içine girerek Türkiye’deki demokratik gelişmenin dayanak noktalarından biri olduğunu söylüyordu. Bu dönüşümü “sivil siyaset üzerindeki askerî vesayete karşı çıkma” şeklinde özetleyen Görmüş, yazı konusu olan eleştirilerin muhattabının “Demokrasiyi “sivil siyaset üzerindeki askerî vesayetin kaldırılması’ndan ibaret sayan ‘muhafazakâr demokrat’lar” olduğunu belirtti. Türkiye’de sivil olmaktan sadece asker olmayanın anlaşıldığını ancak olması gerekenin “devlet dışı” olmak gerektiğinin altını çizen Görmüş, “Kavramları yerli yerinde kullanacaksak, Genelkurmay Başkanlığı’nı ‘asker’, Dışişleri Bakanlığı’nı ‘sivil’ olarak görmememiz gerekir; ikisi de ‘devlet alanı’nın içinde, ‘sivil alan’ın dışındadır…Orduyu ‘asker’, devleti ‘sivil’ sayanlar her kesimde var ve onlar –artık iktidarda kimin ‘sivil devlet’i varsa- o devletin uygulamalarını ‘demokrasi’ saymakla malûl…O zaman şöyle diyeyim: Bugün size, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimleri temelinde, muhafazakâr hâkim-savcıların ve muhafazakâr medyanın kendi ‘sivil devlet’lerinin bürokratik-otoriter tercihlerine nasıl boyun eğdiklerinin hikâyesini anlatacağım” diye yazdı.

Dert dikta değil Kemalizim’miş

Görmüş yazısında, HSYK seçimlerinde seçme hakkı olan hâkim ve savcıların özgür iradeleriyle kurulun yeni üyelerini belirleyeceğini sanarken adaylara propaganda yasağı getirerek Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) bu beklentiye darbe vurduğunu, hükümetten ve Adalet Bakanlığı’nın aday listesiyle de ikinci ve önemli darbenin vurulduğunu belirtti. Bu durumun hükümetin referandum sürecinde HSYK’nin yeni yapısının “çoğulcu ve demokratik esaslar” üzerinde kurulacağı yönündeki vaadini de boşa çıkardığını beliren Görmüş, “Dahası da var: Ben meseleyi bazı bürokratların bireysel inisiyatiflerinden ibaret sanıyordum, meğer değilmiş. Meğer bu basbayağı organize bir hareketmiş ve işin ‘koç’luğunu da Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı İbrahim Okur yürütmekteymiş” dedikten sonra yazısında Demokrat Yargı Derneği’nin konuyla ilgğili eleştirilerine yer verdi. Dernek çevresinden, “YARSAV’cılar bile daha kısıtsız” tespitini ise Görmüş, “Gerçekten de hüzün verici bir çelişki… Fakat ben bu noktada vurguyu ‘kendilerine yakın taban’a baskı yapan Adalet Bakanlığı bürokrasisinden ziyade, bizzat o ‘taban’a yapmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Belli ki onlar da teşneymiş bu baskıya; ne de olsa baskı kendi ‘sivil devlet’lerinden geliyor…” diye yazdı. Görmüş’ün yazısındaki en çarpıcı vurgu ise Demokrat Yargı Derneği’nin toplantılarından birinde bir üyenin, “Demokrat yargının derdi mevcut HSYK’nin ‘Kemalist dikta’ olmasıydı. Ama vurgumuz ‘Kemalizm’e değil, ‘dikta’ya idi. Fakat sizin derdiniz ‘Kemalizm’miş, diktayla sorununuz yokmuş!..” şeklindeki isyan cümleleriydi.

“Yetti de arttı bile”
Referandum sürecinde “Yetmez Ama Evet” kampanyacılarının önde giden temsilcilerinden Nihal Bengisu Karaca Habertürk gazetesinde 20 Ekim günü yayımlanan “Yetti de arttı bile” başlıklı yazısında; “Hayır cephesi dilediği kadar nadanlık edebilir şimdi, dudak kenarlarına iliştirdikleri kıldan tüyden gülümsemeleriyle ‘Biz dememiş miydik?’ yapabilirler. Şahsım adına itiraf edeyim, yetmez ama evet derken, yetip de artacağını hiç düşünmemiştim. Referandum sürecinde ‘evet’ diyeceğini açıkladığı için onlarca kez tahkir edilmiş, ismi sokaklardan silinmiş sevgili Sezen Aksu’nun güzel yorumundan uyarladığım bir şarkı dolanıyor dilime… ‘Şimdi bana bütün ‘evet’leri verseler, tek bir söz bile söylemeye hakkım yok…’” diyordu. Karaca yazısının devamında kendilerinin “Yetmez Ama Evet” derken HSYK’nın “daha demokratik ve çoğulcu” bir yapıya kavuşması olduğunu ama sonuçta değişen tek şeyin “ideolojik örüntü” olduğunu vurguladı. Karaca yazısını, “Kastettiğimiz şey, bu yapıların militarizm etkisi altında kalmış atanmışların otoriterliğinden, seçilmişlerin ‘tahakkümü’ altına transferi değildi” diye bitirdi.

Ali Bayramoğlu: “İtiraz ediyoruz”
Emniyet müdürü Hanefi Avcı’nın tutuklanmasına yönelik ilk tepkiyi veren liberallerden Yeni Şafak gazetesi yazarlarından Ali Bayramoğlu da, “HSYK seçimlerine nasıl bakmalı?” başlıklı yazısında, HSYK seçimlerini, “Siyasi iktidar HSYK’yı ele geçiriyor…” diye yorumlamanın demokratik bir oylama sonucunda tercihte bulunan hakim ve savcıların tercihlerine, yapılarına ve sandığa itiraz anlamına geliğini belirterek, “Adalet Bakanlığı’nın gayri resmi bir liste önererek seçimleri yönlendirdiği söyleniyor. Bu bir ölçüde doğru… Nitekim listenin oluşturulmasında önemli katkısı olduğu söylenen ya da bilinen kişiler bazı bakanlık bürokratları ve bunlar seçilen 10 kişi arasında yer alıyorlar…Hemen söylemek gerek:
1. Adalet Bakanlığı’nın gayri resmi bir liste önererek seçimleri yönlendirmesi etik ve politik olarak yanlıştır.
2. Bürokrasinin her türlü ve her biçimde bağımsız yargıdan uzak tutulması gerekir, yeni kurulun 3 bürokrat üyesi bu açıdan bir sorun oluşturmaktadır…
Kendinizi eski yöntemlere mahkum edecekseniz ve bu arada bizi de mahkum edeceksiniz nerede kaldı sizin bu ‘yeni bir dönem başlıyor’ söylemleriniz? diye soruyoruz ve itiraz ediyoruz…” diye yazdı.

BDP Şaibeli HSYK değil mi?

“Yetmez Ama Evet” cephesinin önemli isimlerinden olsa da AKP yanlısı olanlara kıyasla eleştirel mesafesini koyan liberallerden Ahmet İnsel de 19 Ekim tarihinde Radikal gazetesinde yayımlanan yazısında ağır eleştiriler de bulundu. “HSYK Seçimi Şaibeli Değil mi” başlıklı yazısında İnsel, “Yeni Şafak, HSYK seçimleri sonucunu, ‘Yargı, YARSAV’ı tasfiye etti’ zafer çığlığıyla karşıladı. Demokrasi açısından utanç konusu olacak bir sonuç, demokrasinin zaferi olarak sunuldu. Ortada bir zafer olduğu kesin. Ama Adalet Bakanlığı bürokrasisinin, dolayısıyla AKP’nin zaferi bu, demokrasinin değil. Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı’nın adli yargıda, Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürü’nün idari yargıda birinci gelmesi, bu seçimlerin 1930’ların Türkiyesi’ndeki milletvekili seçimleri kadar ve ancak o kadar demokratik olduğunu gösterir” dedi.
Yeni durumun daha vahim olduğunu belirten İnsel yazısında Başbakan Erdoğan’ın BDP’nin aldığı oyları şaibeli ve onursuz siyaset olarak gördüğünü açıkladığını anımsatarak, “Eski, yeni personel müdürlerinin, müsteşar yardımcısının içinde yer aldığı bir listeyle seçimlere gidilmesi, bu seçimleri şaibeli kılmaz mı? Bugün Türkiye’de şaibeli bir seçim yapıldıysa, o da HSYK’da bakanlık bürokratlarının devşirdiği listenin tulum çıktığı bir seçim değil mi? Ve bunun Başbakan’ın bilgisi dışında gerçekleştiğine inanmak mümkün mü?” diye yazdı.

İddialar muğlak ve kuşkulu bırakılmasın
Milliyet gazetesi yazarlarından Taha Akyol da 19 Ekim tarihli “HSYK Seçimleri” başlıklı yazısında, “Seçimlerde ortaya çıkan ‘Bakanlık listesi kazandı’ havası kaygı vericidir. Geniş bir kesimde, en azından ‘yüzde 42’de yeni HSYK hakkında peşinen güvensizlik oluşmuştur. Bu ciddi bir sorundur. Üzerinde durulmalı, irdelenmelidir. Bunun iki yolu var: Yeni seçilen üyeler, icraatlarıyla ‘hukuki tarafsızlık’ konusunda güven oluşturmaya özen göstermelidirler… Kuşkuyu irdelemede önemli olan ikinci husus, ‘yürütmenin müdahalesi’nin ne olduğunu araştırmak ve kamuoyuna açıklamaktır… Böyle ‘müdahale edildi’ gibi soyut ve çok genel beyanların somut içeriği neyse kamuoyuna açıklanmalı, hukuken geçerli ‘delil’leri ortaya konulmalıdır. Seçim Kurulları mı Bakanlığa ‘alet’ oldu?! Kapalı kabinlere girerek vereceği oyu hazırlayan ve kapalı zarfta herkesin gözü önünde oyunu sandığa atan 11 bin hâkim ve savcıya nasıl ‘müdahale’ edildi?! Yoksa oy sayımında mı hile yapıldı?! Bu son derece ciddi meselenin muğlak ve kuşkulu bırakılması adalete çok büyük zarar verir” dedi.

Seçim değil atama
Taraf gazetesinden Melih Altınok da 19 Ekim tarihli köşesinde, “Kürsüden elinizi çekin! Ama olmadı işte. HSYK’ya, hukuk fakültesi diplomasının yerine, Harp Akademileri’nde aldığı eğitimin nişanı askerî diplomasını ikame eden üye seçtirdiler. Kürsü hâkimlerinin ‘haklarını’ arayacak kuruma, Bakanlığın personel müdürünü getirip koydular… Adalet Akademisi müdürü, müsteşar yardımcısı, personel müdürü bürokrat değil mi? Bakanlık listesinin harfiyen seçilmesi ‘atamadan’ başka ne anlama geliyor YARSAV hezimete uğradı falan diye düşünüp avunan dostlar, nasıl olur da yargıda reform talebimizi, gerçek bir yargıya sahip olma özlemimizi, bürokratlardan bürokrat beğenmeye, bakanlık listesinden ‘iyi yargıç-savcı’ gösterilmesine fit olmaya indirgememizi isteyebilirsiniz? Birincisi yargı bürokratları asla HSYK’ya aday olmamalıydı. İkincisiyse başkanlık seçim sürecini yönetmemeliydi. Ama olmadı. Demokratların HSYK’da iki üyelerini garantilemekten feragat etmelerini sağlayan bu cömertliklerinin adı belki siyaset bilmezliktir” diye yazdı.

Bürokratik mekanizmanın köleleri
Star gazetesi başyazarı Mehmet Altan da 19 Ekim tarihli yazısındaseçim sonuçlarıyla ilgili kuşkularını, “Seçime bakanlığın müdahil olduğu yolundaki iddialar siyasal bir yıpratmanın üflenmiş balonu değil de düpedüz gerçek ise, aday olan bakanlık bürokratlarının bu kadar yüksek oy alması nasıl oluyor? Yok, iddialar gerçekten doğru ise, hâkim ve savcılar bürokratik mekanizmanın böylesine kulu kölesi mi? O halde hukukçu kimlikleri nerede?” diye sorarak dile getiriyordu.

Radikal gazetesinden Oral Çalışlar da 20 Ekim tarihindeki yazısında, “Eski yüksek yargı elitinin örgütlendiği YARSAV ve Adalet Bakanlığı bürokratları. Mücadele bu iki güç arasında geçti. Anlaşılan o ki bakanlık bürokratları ellerindeki idari mekanizmayı kullanarak yüksek yargı elitinin adaylarını geride bıraktılar. Bakanlığın müdahale ettiği ve etkili olduğu bir seçim süreci yaşandı. ‘Yargının demokratikleştirilmesi’ ve ‘yargı hegemonyası’nın kırılması beklentileri amacına ulaşamadı” tespitinde bulundu.

Bugün gazetesi köşe yazarlarından Gülay Göktürk de 20 Ekimde seçim sonuçlarının referandumda “evet” kampanyası yürüten Demokrat Yargı Derneği tarafından da eleştirildiğini anımsatarak, “Zaten eğer HSYK seçimlerine ilişkin iddialar sadece YARSAV tarafından ortaya atılmış olsaydı, bu kadar etkili olmazdı. İddiaların bu kadar yankı yaratmasının asıl sebebi, ‘evet’ kampanyasına öncülük eden kuruluşlardan biri olan Demokrat Yargı Derneği’nin yaptığı açıklamalardır” diyerek kuşkuya dikkat çekiyordu.

Hasan Cemal eleştirel ama temkinli
Liberal kanadın etkili isimlerinden Hasan Cemal de 21 Ekim tarihli, “Demokratik hukuk devleti ne zormuş!” başlıklı yazısında, “Yeni HSYK şimdi de Ak Parti hükümetinin ‘arka bahçesi’ mi oluyor?” diye sordu. Bu sorunun ardındaki eleştiri ve kaygıların gözardı edilemeyacağini savunan Cemal, “Seçimlerde, Adalet Bakanlığı müsteşarlığı düzeyinde ‘iktidar gücü’nün kullanıldığına dair bazı sinyaller alınıyor çünkü… Demin de belirttiğim gibi, ‘eski düzen’e yönelik tepkiler seçim sandığına yansıyarak, bir uçtan öbürüne savrulmanın kaçınılmaz izlerini taşıyor. Şimdi burada yeni HSYK’yı beklemek lazım. Gerçek ne bir uçta, ne öbür uçta… Gerçek ortalarda bir yerde… Demokratik hukuk devletinin taşlarının yerli yerine oturması zaman alıyor. Sabır ve mücadele gerektiriyor. Yargı bağımsızlığı ve yargı tarafsızlığının gerçekten oturması çetin bir iş… Ak Parti ve hükümetinin eksikleri, kusurları, demokrasi adına yanlışları elbette var, mutlaka eleştirilmesi gereken” diye yazdı. Ancak Cemal ağır eleştiri yönelten liberallerin aksine yazısını, “Yeni HSYK konusu da bu bakımdan farklı sayılmaz. Ancak, eski HSYK’ya kıyasla bugün daha iyi bir noktadayız. Son söz: Bekleyip görelim” diye bitirdi.

Yorum yazın