Spor

Süper Lig'e, Premier League modeli

Yazan: Utku Gökerküçük

Spor Toto Süper Lig’e İngiltere’deki Premier League modeli getirilmesi isteniyor. İki yıl içinde uygulanması beklenen bu sistemin doğru seçim olduğu kuşkulu.

Geçtiğimiz haftalarda Ankara'da düzenlenen Gençlik ve Spor Kulüpleri Kanunu Çalıştayı'na katılan spor kulüpleri, tarihi bir öneriyi ortaya atarak masadan kalktı. Öneriye göre Türkiye futbolunun marka değeri en yüksek organizasyonu Süper Lig'e İngiltere Premier League (lig) modeli getirilmesi istendi.

Hürriyet gazetesinde yer alan habere göre Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören'in getirdiği teklif önce Spor Bakanı Suat Kılıç ile paylaşıldı. Bakanın ve diğer kulüplerin de sıcak baktığı bu önerinin çıkarılacak yeni “Futbol kanunu” ile önümüzdeki sezon veya 2014-2015 sezonundan itibaren hayata geçmesi bekleniyor. Eğer talep kabul görürse üst seviyedeki futbolun federasyon çatısından ayrılarak tüm kulüplerin paydaşı olduğu özelleşmiş bir yapıya bürünmesinin önü açılacak. Peki federasyonun ligden elini çekmesi ne demek? Örnek gösterilen Premier Lig ne tür süreçlerden geçerek bu yapıya büründü, bu yapının Türkiye futboluna etkisi ne yönde olabilir?

Premier Lig'e neden ihtiyaç duyuluyor?

Türkiye'deki ihtiyacın sebeplerini doğru okuyabilmek için öncelikle örnek gösterilen İngiltere Premier Ligi'nin oluşum sürecine odaklanmak gerekiyor. Petrol krizi sonrasında çalışanların gelirlerinin düştüğü, milyonlarca işçinin işsiz, milyonlarca gencin güvencesiz kaldığı İşçi Partisi'nin iktidarı kaybettiği ve Falkland Savaşı'nın da yarattığı milliyetçi atmosferle Demir Leydi Margret Thatcher'ın Muhafazakar Partisi'nin iktidara geldiği bir İngiltere söz konusuydu 80'li yıllarda. Geleceksiz ve güvencesiz İngiliz gençlerinin kendilerini ifade edecekleri ve bir kimlik oluşturacakları alanlar sınırlıydı. Futbol da bu sınırlı alanlardan biri. Ezelden beri oyunun gerçek sahibi olan işçi sınıfının da cebinde para yoktu. Getirisinin sınırlı olması sebebiyle futbol kârlı bir iş olarak gözükmüyordu.

Egemen sınıflar meşruiyetini toplumun genelinde kabul ettirmek için var olan politik ve ideolojik yapıyı da şekillendirmek isterler. 80'li yıllar neo-liberalizminin İngiltere'de bayraktarlığını yapan Thatcher ve hükümetinin hakim ideolojilerini futbola aşılamaları o dönem için beklenen bir durum. Ekonomik buhranda önünü göremeyen gençlerin kimlik bunalımını çözen futbol olurken, kendilerini ifade edebilecekleri yöntem olarak holiganizm olarak ortaya çıktı. Artık saf şiddetle özdeşleştirilen futbol, onu yaratan sebepleri sorgulamaksızın içine düştüğü karanlık çukurdan çıkarılmalıydı. İmdada yetişen Hillsborough faciası oldu.

96 ölümle gelen yasa

15 Nisan 1989'da Liverpool ile Nottingham Forest arasında oynanması planlanan Federasyon Kupası yarı final maçında yaşanan izdihamda 96 kişi hayatını kaybederken yüzlerce kişide  yaralanmış. İngiltere futbol tarihinin en karanlık günüydü. O karanlık günün sorumlularıysa zaten adları şiddetten başka bir şeyle anılmayan taraftardan başkası değildi. The Sun gazetesine göre “alkolik holiganların taşkınlıkları” 96 can almıştı. Facaianın ardından kurulan araştırma ekibinin başındaki Lord Justice Taylor, sunduğu ilk raporda suçlunun taraftar değil, taraftarı yanlış yönlendiren polis ve stadyumun yetersizliği olduğunu belirtse de ikinci raporunda bu ifadelere yer verilmemiş, olay taraftarın üzerine yıkılmaya çalışılmıştı. Olayın üstüne gidilmeli ve bu “pislikler” tribünlerden temizlenmeliydi. 1989'da yürürlüğe giren “Futbol Seyircileri Kanunu” ile mahkemeler, adları daha önce şiddet olaylarına karışan taraftarları maç sırasında belirlenmiş polis merkezlerinde tutmaya yetkili oldu. 1985'ten beri yasalaştırılmaya çalışılan “Futbol Suçları Kanunu” 1991'de yasalaştı. Kanun, seyircilerin tribündeki özgürlük alanlarını kısıtlamış, polise gerekli gördüğü durumlarda taraftarın üzerini arama yetkisi vermişti, şiddet eylemlerine katılan taraftarların maçlara girişi engellenmişti. Sivil polislerin maçlarda taraftarın arasına karışarak suçlu avına çıkmaları sık rastlanan bir durumdu. 2006'da kabul edilen 27. madde ile de polis hiçbir fiili suç tespit etmemesine rağmen sadece kendi şüphesine dayanarak insanları belirli alanlardan uzaklaştırabilme yetkisine sahip oldu. Futbolu doğrudan hedef almasa da yasadan en çok rahatsız olanlar taraftarlar oldu. Zira sadece alkollü olmak bile polisin yetkisini kullanması için geçerli bir sebep olabilecekti.

İngiltere'nin Futbol Suçları Kanunu'nun bir benzeri 2011 yılında Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun'la Türkiye'de yasalaştı. Spordaki şiddetin esas sebeplerini göz önünde bulundurmadan sadece var olan suç üzerinden “birkaç kendini bilmezi” cezalandırmayı amaçlayan yasa, İngiltere'deki muadiline felsefesi bakımından ciddi benzerlik gösteriyor. Futbolun daha steril, izole ve soylu bir yapıya bürünmesiyle sonuçlanan İngiltere'deki sürecin ilk adımı Türkiye'de 2011'de atılmıştı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün geçtiğimiz hafta yaptığı tribünlerde ajan taraftar bulundurulacağı yönündeki son açıklaması da sürecin benzerliğini ortaya koyan bir diğer nokta. Şiddeti bitirmekten ziyade saha dışına itekleyen anlayış, İngiltere tribünlerinde sınıfsal bir dönüşüme yol açarken, Türkiye Premier Ligi'nde nasıl bir sonuç verecek bilinmez. Ancak şurası kesin ki yasa tam anlamıyla uygulanabilir ve futbol şiddetten kağıt üstünde arındırılırsa, bir zamanlar emekçilerin oyunu olan futbol artık rant peşinde koşanların cirit attığı “temiz” ve gelir üreten bir platforma dönüşecek.

“Halk stada akın etti vatandaş maça giremiyor”

İngiltere Premier Ligi'nin yarattığı sonuçlardan en belirgini hızla artan bilet fiyatları oldu. Hillsborough davasının sonuç raporlarında stadyumda gereğinden fazla taraftar olduğu vurgulanmış ve bütün tribünlere koltuk yerleştirilmeye başlanmıştı. Bu şekilde stadların kapasitesi düşmüş ve kulüpler tarafından bilet fiyatları arttırılmıştı. Stadların yakınına yapılan mağazalar ve restoranların fiyatlandırmaları da buna uygun düzenlenmiş, cebinde para olmayanın stadyumun yakınında olması bile engellenmişti.

Futbol Taraftarları Birliği'nin 2012 yılında yaptığı son araştırmaya göre İngiltere'de taraftarların 10'da dokuzu bilet fiyatlarını yüksek buluyor. Premier Lig'den alt liglere de sirayet eden politika sonucu bugün 166 İngiliz takımının en düşük maç bilet fiyatı ortalaması 21.24 pound. BBC araştırması sadece son yılda ortalama fiyatlarda yüzde 11,7'lik yani enflasyonun yaklaşık beş katı kadar bir artış olduğunu ortaya koydu. Açıkçası söz konusu üç “büyük” İstanbul takımıysa, bilet fiyatlarının gelire oranı açısından durum Türkiye'de İngiltere'dekinden daha vahim. Ancak Anadolu'da fiyatlar henüz el yakmıyor. Trabzonspor'un Aralık ayında karşılaştığı Galatasaray maçının en düşük bilet fiyatı 5 lirayken, Akhisar Belediyespor'un Antalyaspor'la 9 Ocak'ta yaptığı Türkiye Kupası maçının biletleri 1 liraya satıldı. Türkiye Premier Ligi, kendisine örnek aldığı İngiltere Premier Ligi gibi bir politika izlerse Anadolu'da stadyumlarda maç izleyen kalır mı şüpheli. Yönetimlerin taraftar gruplarına zaman zaman verdiği bedava biletlerin, özellikle İstanbul takımlarında fiyat protestosu ihtimalini azalttığı da bir gerçek.

Stadda izleyemeyen evde izlesin!

İngiltere Premier Ligi'nde bir taraftarın maçları evinde izlememesi için de elini cebine atması gerekiyor. Önceleri maçları BBC'nin yayınladığı ve ligin üsttekilerinin alttakileri sübvanse ettiği sistem Premier Lig'le birlikte terk edilip Rupert Murdoch'un Sky platformu ligin yayın haklarını satın aldı. Yayın gelirleri yıl içinde arttı ve yapılan yeni anlaşmayla birlikte önümüzdeki üç yıl için 3 milyar Sterline ulaştı. Ligin sadece özet görüntülerini yayınlayacak BBC'nin bunun için ödediği ücret bile 178 milyon Sterlin. Ligin önümüzdeki üç yıl için yurt dışı satışlarından toplam 1,4 milyar Sterlin geliri olacak. Bir önceki anlaşmaya göre yüzde 115'lik bir artış! Ligin kazananının 100 milyon Sterlin kazanması bekleniyor.

İngiltere yayın geliri açısından Avrupa'nın bir numarası konumunda. Yayın gelirinin maç günü, ürün satışı, reklam ve benzeri gibi diğer gelirlere olan oranı söz konusu olduğunda Premier Lig, Avrupa'nın beş büyük ligi (Almanya, İspanya, İtalya, Fransa) arasında İtalya'nın ardından ikinci sırada yer alıyor. Manchester United'ın gelirinin yüzde 36'sı, Arsenal'in gelirinin yüzde 39'u ve Chelsea'nin gelirinin yüzde 45'i televizyondan geliyor. Bu anlamda Süper Lig'e benzerlik gösteren bir yapı söz konusu. Zira Süper Lig kulüplerinin de en büyük geliri yayıncı kuruluş tarafından sağlanıyor. Diğer gelirlere olan oranını göz önünde bulundurunca yüksek yayın gelirleriyle bilinen Premier Lig'in Türkiye için model kabul edilmesi gereksiz bir uygulama olarak göze çarpıyor. 2010 yılında dört yıl için 321 milyon dolar'a satılan Türkiye Süper Ligi yayın haklarının bile ekonomik tabirle “kazananın laneti” olarak yorumlandığı bir ortamda yayın gelirini arttırma politikası yerine ligin diğer gelirlerini arttırma yoluna gitmek Türkiye Premier Ligi için daha öncelikli olmalı. Üstelik içinde bir dünya derbisi de barındıran Türkiye ligi maçlarını dünyada Türkiye haricinde yayınlayan ülke adedi sıfır. Projeye göre İngiltere'deki yayın geliri dağılımı sisteminin benzeri Türkiye'de de uygulanacak. İngiltere'de toplam gelirin yüzde 50'si tüm kulüplere eşit olarak dağıtılırken, yüzde 25'i maçları yayınlanan takımlara, yüzde 25'i de başarıya göre dağıtılıyor. Türkiye'de buna yüzde 10'luk federasyon payı eklenmesi bekleniyor.

Premier Lig'in gelirleri yüksek ama…

Finansal denetim kuruluşu Deloitte'in her yıl yayımladığı futbol finans raporunun 2012 değelrelendirmesine göre geçtiğimiz yıl 16,9 milyar Avro'ya ulaşan Avrupa futbol pastasının 8,9 milyar Avro'sunu beş büyük lig oluşturuyor. Bu rakamın yüzde 29'u İngiltere'ye ait. İngiltere Premier Ligi, Avupa'nın diğer 53 ülkesinin toplam gelirinin de yüzde 15'ini oluşturuyor. Yeni yayın sözleşmesiyle bu oran daha da büyüyecek. Son Deloitte raporuna göre yeni yayın sözleşmesi etkisinin yer almadığı sezonda Premier Lig kulüplerinin gelirleri 2,3 milyar Sterlin, yani yüzde 12 oranında arttı.

Ancak madalyonun diğer yüzü pek de parlak değil. Premier Lig kulüplerinin toplam borçları geçen sezon 351 milyon Sterlin azalmasına rağmen 2,4 milyar Sterlin olarak belirlendi. Avrupa'nın en borçlu kulüpleri İngiltere'den. Parası olan Rus, Arap veya Amerikalı girişimcilerin kulüp satın alıp inanılmaz transfer harcamalarına girişmesi İngiltere'deki sistemin geleceğine dair endişeleri de beraberinde getiriyor. Sürekli artan bir gelir olmasına rağmen, devasa boyutlardaki borçlar kulüplerin kaderinin ya bir zengin girişimciye ya da televizyon gelirine bağlı olmasına neden oluyor. Üstelik ligden düşüldüğü anda, daha önce ortağı oldukları Premier Lig şirketinde kendilerine ait olan payı devredecekleri için gelirlerde ani ve sert bir düşüş beraberinde geliyor. Bu da Premier Lig'in sadece pastanın üzerindeki krema olmasına yol açan bir düzen vaat ediyor.

Türkiye için yeni bir lig modeli önerilecekse, kerameti dayanaksız bir şekilde gelir arttırımından başkası olmayan Premier Lig yerine sürdürülebilir büyümeyi kökten bir altyapı hamlesiyle gerçekleştirecek yapı hedef alınmalı. UEFA'nın Finansal Fair Play tehlikesini de göz önünde bulundurunca mali rasyoları daha kabul edilebilir, şike-teşvik gibi futbol dışı hamlelerle ilişkisi olmayan, yönetimlerinde profesyonellere yer veren Almanya modeli Türkiye için asıl hedeflenmesi gereken yapı olarak gözüküyor. Yoksa şu andaki yapı Premier Lig'in kötü bir taklidinden başkası değil.

Yorum yazın