Spor

Sporcunun zeki, çevik ve devrimcisini severim

Yazan: Utku Gökerküçük

Emeğinin karşılığını spor yaparak elde etmeye çalışan ve bu sektörde istihdam edilmiş her kademeden insanı bünyesinde bulundurmayı hedefleyen Türkiye Devrimci Spor Emekçileri Sendikası kuruluşunu Kadıköy Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde yaptığı oturum ile açıkladı. Ülkemizde, siyasi görüşünü açık etmekten çekinmemiş bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki sporcudan Metin Kurt‘un öncülüğünde kurulan Spor Emek-Sen, birbirine çok uzakmış gibi […]

Emeğinin karşılığını spor yaparak elde etmeye çalışan ve bu sektörde istihdam edilmiş her kademeden insanı bünyesinde bulundurmayı hedefleyen Türkiye Devrimci Spor Emekçileri Sendikası kuruluşunu Kadıköy Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde yaptığı oturum ile açıkladı. Ülkemizde, siyasi görüşünü açık etmekten çekinmemiş bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki sporcudan Metin Kurt‘un öncülüğünde kurulan Spor Emek-Sen, birbirine çok uzakmış gibi görünen spor ve sendikacılık kavramlarının birbirine temas edebildiği son canlı örnek.

Her ne kadar uzaktan ışıltılı ve son derece cazibeli algılansa da spor sektörü, az sayıdaki yetenekli/şanslı kişinin gerçek anlamda para kazandığı, para kazandırdığı ve gündemde tutulduğu, geri kalanlarınsa o şan-şöhret-servete bir gün ulaşma vaadiyle avutulduğu bir dünya.

Spor ve özellikle de futbol, neo-liberalizmin yarattığı düzenin (orta sınıfın tasfiyesi ve elit bir azınlığın “aşağıdaki kalabalık” üzerindeki hakimiyeti) keskin bir sağlamasını yapmaktan öteye gidemiyor. Emeğinin vaat edilen karşılığını alamayan, sağlıklı koşullarda işinin devamını sağlayamayan, insanca muamele edilmeyen ve yalnız bırakılan sporcuların çığlığı; yalnızca lisans bedelini ödeyemediği için kapısına kilit vurulan spor kulüplerinin dramı maalesef bir Süper Lig sporcusunun özel hayatına özen göstermemesi veya antrenmana geç gelmesi kadar basınımızda haber değeri teşkil edememekte.

Sporun endüstrileşmesine doğal bir tepki olarak yorumlanabilecek ve ülkemizde sendikal sporun son örneği sayılan Spor Emek-Sen 13 Aralık 2010’da kuruldu. Sendika başkanı Metin Kurt’un sözleriyle bu oluşum, bir avuç spor emekçisinin, yüz binlerce spor emekçisini etkileyen sömürüye son verme iradesini ortaya koyuyor. Sendika, herhangi bir konfederasyona bağlı olmadan varlığını sürdürüyor.

Basın açıklamasını yapan Metin Kurt’a göre sporcu örgütsüz ve hak bilinci yok. “Tüm spor emekçileri sosyal güvenlik sistemi içine alınmalıdır” diyen Kurt, sporda güvencesiz çalıştırılan teknik direktör, antrenör, masör, malzemeci, hakem, gözlemci, saha komiseri, kaloriferci, elektrikçi, sağlıkçı v.b binlerde spor emekçisini de kapsayacak mevcut İş Kanunu’nun da ötesinde yeni bir Spor İş yasası çıkartmak için mücadele edileceğini söylüyor. Sendikanın amaçları arasında bölgelerde ve hatta kulüplerde temsilcilikler kurmak da var.

Spor Emek- Sen’e göre sporcular arasında amatör-profesyonel ayrımı yapmak söz konusu olmamalı. Bir ayrışma olacaksa bunun “düzenin sporu ile sporun emekçileri” arasında olacağını belirtiyor Metin Kurt. Kurt’a göre modern zamanların olimpik ilkesi “daha hızlı, daha yükseğe ve daha güçlü”, rekabet olgusunu körüklemekten ziyade, her daim kazanmayı ön plana çıkarıyor.

Rekabet ideolojisi ve kazanma odaklı makyavelist bakış açısının sporcunun bedeni üzerinden adeta rant sağlaması üzerine kurulu bir spor düzeninde emeği sömürülen ve çoğu zaman yok sayılan spor emekçisinin sağlığı da ciddi tehdit altında. Metin Kurt -nam-ı diğer Aslan Metin- konuşmasında tam da bu noktanın üzerinde duruyor: “Spor yapmak, toplumsal verimlilik beklentilerine karşılık verebilmek için, kapasiteyi ve verimliliği en üst düzeye çıkartmak demektir. Bunun karşılığı ise tam gününü spora vermektir.”

Tarihsel gelişimi değerlendirildiğinde sporun bir boş zaman aktivitesi olarak ortaya çıktığı görülür. Spor yapabilmek bu anlamda sınıfsal bir ayırımın da göstergesidir. “Futbolun beşiği” İngiltere’de 1870’lerde yaşanan süreç bunun en belirgin göstergesidir. Sanayi Devrimi, yüksek çalışma saatleri nedeniyle işçi sınıfını spordan uzak tutarken, burjuvazinin sporu sahiplenmesine ortam hazırlamıştı. Ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru işçi sınıfının örgütlenme ve sendikal hak arama çabasına girmesiyle, bu döngü kırılabildi. Modern olimpiyatların ve modern futbolun temellerinin atılması ve işçi sınıfı kökenli futbol kulüplerinin ortaya çıkması, burjuvanın süregelen üstünlüğe emekçi kesimin vurduğu bir darbeydi. “Topu kaptıran” burjuva o tarihlerde çözümü yöneten pozisyonuna geçmekte bulmuş ve belki de süregelen yönetici-sporcu çekişmesinin temellerinin atılması bu zamana denk gelmişti. Sporda herkes yerini bulmuş ve gidişatın kodları yazılmıştı. Ancak 80’ler sonrası iyice ayyuka çıkan yönetici-sporcu çekişmesi, devamında günümüzün endüstriyelleşmiş spor olgusuna evrilerek sporu meta, sporcuyu da bir rant kapısı olarak görmeye başlamış; amatörlük, centilmenlik gibi olguları tarihe gömmekte sakınca duymamıştı.

Bu çekişmenin ülkemizde doğurduğu ilk tepki Spor Emek-Sen değil. 70’li yıllarda emektar TRT spikeri Necati Karakaya ve Beşiktaşlı Şükrü Gülesin’in kuruluşunda aktif rol aldığı ancak üye sayısı 200’ü geçmeyen Amatör Sporcular Sendikası deneyimi, yine Metin Kurt’un Galatasaray’da oynarken parasını alamayan arkadaşlarını örgütleyip greve gitmesi ve bu olayın sonucu olarak Kayserispor’a transferi gibi başarısız pratikler yerinde duruyor.

Yine de Avrupa’daki durum Türkiye kadar vahim değil. İngiltere’deki ilk profesyonel futbolcu sendikası 1907’de kuruldu ve halen 4000 kadar üyeye sahip. İtalya’da top koşturan futbolcular, daha geçen hafta özlük haklarında oluşacak muhtemel kayıp nedeniyle greve grişiminde bulundu. Serie A maçları ertelenmenin kıyısından döndü. Bu örnekler bile Türkiye’nin önünde, sendikal kazanımlar bakımından kat edilmesi gereken çok uzun bir yol olduğunu gösteriyor.

Metin Kurt kuyuya bir taş attı. Emeği sömürülen ve onurluca var olma mücadelesi sürdüren sporcunun bu sese yanıt vermesini beklemekten başka da yapacak bir şey yok.

Yorum yazın