Spor

Sosyal bir hastalık: Göztepelilik

Yazan: Berk ERSOY

“…Aklımdan çıkmayan şey ise elinde bir fırça ve boya kovasıyla gelip, beyaz Murat 124’ünü baştan aşağı sarı kırmızıya boyayan komşumuz olmuştu. İşte o gün gerçekten anlamıştım Göztepe sevgisinin ne kadar delice bir şey olduğunu.” Şimdi her yer sarı-kırmızı İzmir’de. “Göztepeliyim” diyen kimse uyumuyor; günlerce gecelerce doyasıya şampiyonluğu ve eski güzel günlere dönüşü kutluyor. Güzelyalı Park, […]

…Aklımdan çıkmayan şey ise elinde bir fırça ve boya kovasıyla gelip, beyaz Murat 124’ünü baştan aşağı sarı kırmızıya boyayan komşumuz olmuştu. İşte o gün gerçekten anlamıştım Göztepe sevgisinin ne kadar delice bir şey olduğunu.”

Şimdi her yer sarı-kırmızı İzmir’de. “Göztepeliyim” diyen kimse uyumuyor; günlerce gecelerce doyasıya şampiyonluğu ve eski güzel günlere dönüşü kutluyor. Güzelyalı Park, Göztepe sahili ve köprüsü birazcık alkolden belki ama daha çok mutluluktan sarhoş. Havai fişekler durmuyor, meşaleler hiç sönmüyor; sesler hiç kısılmayacakmış gibi söylenen marşları durmuyor Göztepelilerin. Efsane, verdiği sözü tutuyor üç sezondur. Dönüyor düştüğü ıssız kuytu yerlerden.

2003/04 sezonunun sonunda Süper Lig’e veda edilerek başlayan çöküş bir türlü durdurulamamıştı. Her alanda düşüşteydi Göztepe, hem mali ve idari, hem de sportif. Belki de tek eksilmeyen Göztepe taraftarının sevgisi ve tam desteğiydi. Fakat o kara günler, büyük bir isyanın başlangıcı oldu. Söz konusu Göztepe olduğunda her şeyin başlangıcı bir isyandı zaten.

İzmir’in bir başka futbol takımı Altay’ın deplasmana giden kafilesi içinde yaşanan bir anlaşmazlık sonucu takımdan ayrılan bazı futbolcular kendi semtlerinin takımını kurmak ister. İşte böyle başlar isyan. Tarih 14 Haziran 1925’tir ve şimdiki tezahüratlarda haykırdığımız gibi güneş doğmuştur İzmir’de. Bu bir tarih dersi değil belki ama Göztepe’nin tarihi, bir efsanedir her anlamda. 60’ların sonu ve 70’lerin başında bırakalım üç büyükleri, Avrupa’nın köklü takımlarını karşısında diz çöktüren Göztepe’yi büyüklerimizden dinledik biz. Anlatılanlar bir masal gibi geldiği içindir belki de efsane diyoruz biz takımımıza.

“18 yıl bekledik biz, statları inlettik biz”

Eskiler “Büyük çöküş var” diyordu fakat biz zaten Göztepe’yi 2. Lig’den daha başka bir ligde görmemiştik. Haziran 98’de yine şimdiki gibiydi Güzelyalı caddeleri. Zafer sarhoşluğu içindeki binlerce taraftar 18 yıl sonra gelen şampiyonluğu ve Süper Lig’e çıkışı trafiği kilitleyip umursamaz bir sevinç içinde kutluyordu. Kutlamaların arasında sarı-kırmızı formasıyla şaşkınlık içinde insanları izleyen bir çocuk yüzüydüm sadece. Birbirini hiç tanımayan insanların birbirine sarılıp ağladığını, içip eğlendiğini, marşlar söyleyip halaylar çektiğini dün gibi hatırlıyorum. Aklımdan çıkmayan bir başka şey ise elinde bir fırça ve boya kovasıyla gelip, beyaz Murat 124’ünü baştan aşağı sarı kırmızıya boyayan komşumuz olmuştu. İşte o gün gerçekten anlamıştım Göztepe sevgisinin ne kadar delice bir şey olduğunu.

İlerleyen yıllarda sevinçten birbirine sarılıp ağlayan binlerce insan bu sefer üzüntüden yaslıyorlardı başlarını birbirinin omzuna. 2006/07 sezonunda o efsane Göztepe 3. Lig’deydi ve son maçında Alsancak Stadyumu’nda Aliağa Belediyespor’la karşılaştı. Takım dökülmüştü son üç sezonda. Art arda her yıl küme düşmüştü. Borçlar öyle artmıştı ki alacaklarını tahsil edemeyen futbolcular kaçıp gidiyor, transfer yasağı olduğu için de altyapıdan gelen 15-16 yaşındaki gençlere kalıyordu o formanın ağır yükü. O gün statta toplanan binlerce taraftarın tek isteği Aliağa’yı yenip ligde kalmaktı. Fakat son düdükle birlikte tabelada yazan skor gözleri yaşarttı; o düdük kulakları tırmalayan bir çığlıktı sanki. Göztepe semtinde ses soluk kesildi daha sonraki günlerde. Ya Gürsel Aksel Tesisleri’nin önünde sessizce protesto yapan ya da Güzelyalı Parkı’nda açlık grevine başlamış bir grup Göztepe sevdalısı vardı. Daha sonra “Biz gidiyoruz, gelin kulübünüzü alın” diyen yöneticilerin gölgeleri bile yoktu ortada.

Issız kuytu köşeler…

Kimileri “Bittiler artık” diyordu fakat her şey daha yeni başlamıştı aslında. 2 Eylül 2006’da yapılan İsyan Yürüyüşü hiçbir şeyin bitmeyeceğini zaten göstermişti. 3. Lige düşüş zaten kötü gidişe bir dur denilmesi gerektiğinin göstergesiydi ve sezon başlamadan Göztepe sevdalıları örgütlenerek bir yürüyüş gerçekleştirdiler Güzelyalı sahilinde. Binlerce insan hiç karşılık beklemeden inandıkları dava ve gönül verdikleri takımları için bir haykırışta bulundular. Türk tribün tarihinin en iyi bestesi seçilen İsyan Marşı’nın yazılması ve dillerimize bir aşk türküsü gibi takılması da aynı dönemlere rastlar.

İsyan Marşı

İzmir’in sokaklarında yürüyoruz formalarla
Sayımız yüz binler oldu sarısıyla kırmızıyla
Sarın güneş gibi olsun, kırmızın damarımda kan
Sensiz geçmesin bu yaşam senin için bütün kavgam
1925’te doğdu şanlı Göztepemiz
Issız kuytu köşelerden and olsun ki döneceğiz
O günlere inanarak dalgalan sarı kırmızı
Acıların arasından söyle isyan marşımızı
Kalksın eller üçlü için haykıralım Göz Göz için
Son nefesi verir gibi şahadet getirir gibi

İşte o tarihten sonra böyle haykırdık bütün maçlarımızın son 5 dakikası “Karlı Kayın Ormanı” melodisi eşliğinde. Maç kazanılsa da kaybedilse de son düdüğün ardından takımın bütün oyuncuları eşlik etti haykırışımıza. Göz Göz tarihinde ilk kez amatör ligde mücadele ediyordu fakat bu hiç birimizi durdurmadı. Bir fırtına başlamıştı bir kere dinmiyordu. 3. Lig’den kalma ceza nedeniyle seyircisiz oynanacak deplasmana 2 bin kişi gidildi; stadın duvarlarından veya çevre binaların çatılarından destek verildi takıma.

Güzelyalı caddeleri hareketlendi tekrar. Şampiyonluk kutlamalarında asılan devasa bayraklar sandıktan çıkıp Mithatpaşa Caddesi’ni, “Bu işyeri Göztepemizi seviyor ve destekliyor” yazılı çıkartmalar da dükkanların vitrinlerini süslemeye başlamıştı. Bir semt, bir takım küllerinden yeniden doğuyordu. Maç olmayan günler bile Göztepe’den geçen bir arabanın kornasıyla “Göz Göz” çekmesi alışıldık bir hareketti; formalar, atkılar günlük birer aksesuar gibi taşınıyordu.

“Şirket olmak bize yakışmaz…”

Altınbaş Holding’in TMSF’ye devredilen kulübü satın almasıyla hem sportif hem de idari anlamda kalkınma da başlamış oldu. İlk başta rahatsızdık aslında; “Bir şirket çatısı altında barınmak yakışmaz bize” diyorduk. Taraftar kendi şirketini kurup ihalede takıma sahip çıkmaya bile kalkmıştı fakat başarılı olamamıştı. Korkulan şey armanın, ismin, renklerin ve topyekûn takımın elden gideceğiydi. Fakat yapılan yatırımlar, ödenen borçlar, tesisler ve transferler derken Göz Göz yenileniyordu. Yıllarca tesislerde bakımsız durup çürümeye terk edilen iki katlı takım otobüsümüze benzetiyordum hep kulübü. Zamanında bir taraftar tarafından Londra’dan getirilen klasik kırmızı otobüsle çıkılırdı eskiden şampiyonluk turlarına. Kötü günlerde o otobüs, bırakalım hareket etmeyi tozdan görünmüyordu bile. Ama hem o yepyeniydi şimdi hem de idari ve sportif yapısıyla bütün bir kulüp.

Sosyal bir hastalık

Kulüple birlikte bütün taraftarlar da bir uyanış ve silkinme yaşadı geçtiğimiz üç sezonda. Tribündekilere baktığımızda yaş ortalamasının en fazla 25’in altında kaldığını söyleyebiliriz. 1969 ve 1970’te başarıları yaşamamış hatta hayatlarında şampiyonluk tatmamış on binlerce insan her hafta sonu ,ister deplasman olsun ister Alsancak; maça koşuyordu büyük heyecanla. “Büyük takım taraftarları anlayamaz” diyor semtteki herkes. Gerçekten de Galatasaray, Fenerbahçe veya Beşiktaş fark etmez, biri üst üste dört sene küme düşse bütün varlığı elinden alınarak birden kendini amatör kümede bulsa; o “büyük” taraftar grupları yönetim desteksiz hangi maça binlerce kişi gidebilir acaba? Bu sorunun cevabı yok; çünkü bize göre büyük takımı herkes tutar. Göztepelilik, sosyal bir hastalık aslında.
Bu hastalık için bir belgesel bile çekildi geçtiğimiz yıl. Göztepe sevdalısı ve Sinema-Tv öğrencisi Kemal Telci’nin hazırladığı “İsyan: Bir haykırış öyküsü” adlı belgesel Türkiye’de taraftarlık ve daha da ötesi Göztepelilik üstüne çekilen ilk ve tek belgesel olma özelliği taşıyor.

Düğüne gider gibi

Bir maç sabahı düşünün ki, karşılaşmadan en az 3-4 saat önce başlar tezahüratlar Güzelyalı Parkı’nda. Sokaklar sarı-kırmızı. Çevre semtlerden yüzlerce insan ya arabalarıyla ya da yürüyerek parka gelip toplanır. Bayraksız, atkısız araba göremeyiz hiç. Maç öncesi muhabbetler, boyoz-yumurta eşliğinde yapılır. Marşlar söylenerek arabalara dörtlü beşli doluşulup konvoy yapılır takım otobüsüne. Bütün sahil inler korna sesleriyle, düğüne gideriz sanki. Konak Meydanı’na gelindiğinde altgeçitte trafik kapatılır (polis gelene kadar tabii!). Meşaleler yakılır, tezahüratlar daha maça gitmeden kısar bütün sesleri. Maç dönüşü de hiç değişmez bu tablo. Konak altgeçit yine kilit; hele de Göz Göz galipse. Takım otobüsü tesislere kadar götürülüp zafer bütün takımla birlikte kutlanır. İşte bu sezona da böyle başladık biz. Başımızda şampiyon bir hoca, Özcan Kızıltan ve de her zaman taraftarın yanında olduğunu gösteren deneyimli isim Ali Gültiken vardı.

Hedef: Yıllar sonra yeniden Avrupa

Geçtiğimiz hafta zafer geldi. 2. Lig’in bitimine bir hafta kala Göztepe, küllerinden doğduğunu bir kez daha kanıtladı ve şampiyonluğu garantileyerek 7 sezon önce veda ettiği Bank Asya 1. Lig’e geri döndü. Şampiyonluk maçının biletleri üç gün önceden satışa çıktı ve ilk 30 bin bilet satıldı. “Süper Lig’de bu sayıyı kaç takım görebiliyor acaba” diye sormak geliyor içimden. 30 Nisan Cumartesi günü İzmir Atatürk Stadı bayram yeriydi; maçın son düdüğüyle kent tarihinin nerdeyse en kalabalık korosu 40 bin kişiyle hep bir ağızdan İsyan Marşı’nı söylüyorlardı. O günlere inanmıştık ve and içmiştik. Şimdi eminim hâlâ Güzelyalı sahilinde sabahlayıp şampiyonluğu; dahası ıssız kuytu köşelerden dönüşü kutlayan onlarca Göz Göz sevdalısı vardır.

Her şeyiyle farklı, her şeyiyle renkli bir takım ve taraftar bütünlüğü uygun adım geliyor şimdi. Camiada herkesin hedefi önce Süper Lig, sonra yine yıllar sonra Avrupa. Ne dersiniz böylesine bir sevda yakışmaz mı Avrupa’ya? Hoş geldin Şanlı Göz Göz.

Yorum yazın