Spor

‘Sahadaki sert davranışlarımı, eğitimsizliğime bağlıyorum’

Yazan: Eda Türkmen

Baba olarak, “saha dışındaki” hayatının belki de en önemli haberiyle gündeme gelen Emre Belözoğlu’yla “saha içindeki ve saha dışındaki” hayatını konuştuk.

Onu sarı-kırmızı formasıyla sahada ilk görüşümüzün üzerinden tam 15 yıl geçti. O günlerin “gelecek vadeden genci” artık ülke tarihinin en önemli orta saha oyuncuları arasında anılıyor. Milli takım ve kulübünde yer almadığı her maçta yeri neredeyse doldurulamıyor. Gelgelelim futbolunda erdiği olgunluğu, saha içindeki davranışlarında gösteremediği gerekçesiyle eleştiriliyor çoğu kez. Saha içinde diyorum, çünkü saha dışındaki hayatını gözlerden uzak tutmayı başarıyor, büyük bir özenle. Bu konuda sık duyduğumuz şey ise “saha içindeki Emre’nin, saha dışındakinden tümüyle farklı olduğu.”

Fenerbahçe’nin milli futbolcusu Emre Belözoğlu(31) “saha dışındaki” hayatının belki de en önemli haberiyle, babalık sevincini yaşamasıyla gündemde bugün. Emre ile bu mutlu haberden sadece iki gün önce bir araya geldik ve “tüm hayatını” konuştuk. Samimi cevaplar aldık.
HaberVsadına röportaj için buluştuğumuzda ilk sözü, “Yakında ben de geliyorum inşallah” oluyor Emre’nin. Anlamsızca suratına bakıyorum. “Bilgi Üniversitesi’nde spor yönetimi eğitimi almak için sınava gireceğim bu sene” dediğinde ise daha da şaşırıyorum. “Eğitimsiz olur mu hiç” diyor ve ekliyor: “Bunca yıllık birikimime aldığım eğitimi de ekleyince, ileride futbol adına faydalı işler yapabileceğime inanıyorum.”

“Özel hayatım beni ilgilendirir, görünmeyi sevmiyorum”

“Saha dışından” başlıyorum sorulara: “Özel hayatı neredeyse hiç bilinmeyen bir futbolcusun. ‘Yanlış anlaşılır’ korkusuyla kendini frenlediğin şeyler var mı?” sorusuna ise şu şekilde yanıt veriyor: “Bekârken kısıtlıyordum tabii. Kız arkadaşlarımla görünmemeye, bilindik gece kulüplerine gitmemeye çalışıyordum. Öyle bir imajım olsun istemiyordum. Bu anlamda gündemde olduğum dönemler de oldu Türkiye’de ama ben hep kendi hayatımı saklamaya çalıştım. İş hayatımla ilgili eleştirilecek çok şey var buna her zaman açığım ama özel hayatımın kimseyi ilgilendirmediğini düşünüyorum. Zaten evlendikten sonra, evden işe, işten eve diye tabir edebileceğimiz çok daha dingin bir hayatım oldu. Eşimle de çok fazla görünmeyi sevmiyorum dışarıda, geziyoruz ama tercih ettiğimiz yerler pek bilindik yerler değil.”

“Eski sakatlıklarımın nedeni Türkiye seyahatleriydi”

Yurt dışı kariyerinin sürekli sakatlıklarla kesildiğini hatırlatıp, artık daha az sakatlanmasını neye bağladığını soruyorum. “Profesyonel yaşam konusunda tecrübe edinip geldim Avrupa’dan” diyor ve anlatmaya başlıyor: “Evlendikten sonra hayatım düzene girdi. Açıkçası 20’li yaşlarımda kendime çok fazla bakmıyordum. Sürekli Türkiye’ye gelip gidiyordum. O yolculuklar tetikledi bence o dönemki sakatlığımı. O zamanlar ağabeylerim söylerdi, ‘senin yaşın, benim aklım olacaktı’ diye. Şimdi ben de genç arkadaşlarıma söylüyorum bunu, onların yaşı, benim aklım olacaktı.”

Sahadaki hırsının, hırçınlığa dönüşmesine geliyor konu. “Kendimi bir anda çok değerli, bir anda çok değersiz hissedecek kadar ortalama bir oyuncu olduğumu düşünüyorum. Hiçbir zaman yıldız oyuncu olduğumu düşünmedim. Bu nedenle, saha içinde yaptığım bir hatadan kendime kızabiliyorum. Hakeme vermiş olduğum bir tepki, bilinçaltımda yer edip ilerleyen dakikalarda karşıma farklı bir şekilde çıkabiliyor” diyor ve arkasından samimi bir itiraf geliyor: “Açıkçası ben sahadaki sert davranışlarımı, eğitimsizliğime bağlıyorum.” Genç yaşlarda psikolojik anlamda hiçbir eğitim almadıklarını ve kaybetmeye tahammülü olmadığı için bunun yansımasının kötü bir şekilde olduğunu söylüyor. Bunları söylerken savunmaya geçmiyor. Belli ki, çok fazla özeleştiri yapıyor. “Tavla oynarken de, kâğıt oynarken de böyleyim. Bunu yaparken de antipatik görünebiliyorum.”

Galatasaray maçı öncesi…

Emre, geçtiğimiz hafta Konyaspor karşılaşmasının son dakikalarında sakatlanmış ve gözyaşlarına boğulmuştu. Tam “Galatasaray maçı mıydı seni o kadar üzen?” diye soracakken, lafı ağzıma tıkıveriyor: “Tabii ki… Fenerbahçe’ye geldiğim zamanlar Galatasaray taraftarı bana çok tepki gösterdi. Ben de kendimi ancak Fenerbahçe’de gösterdiğim performansla ispatlayabilirdim. Üç senedir de bunu yaptığımı düşünüyorum. Geçen sene de Ali Sami Yen’e gidemedim, küçük bir sakatlığım vardı. İnsanların kafasında soru işareti oluşturmamak gerekiyor. Fenerbahçe camiası beni bilse bile başkaları aynı şeyi düşünmeyebilir. Futbol bir aile oyunu, bunun içinde Beşiktaşlısı da var, Trabzonlusu da, Galatasaraylısı da. Yoksa tabii ki sakatlık bizim işimizin içinde. Dolayısıyla derbi öncesi olması beni biraz fazla etkiledi.”

Sportif direktör kaybetmek, teknik direktör kazanmak…

“Özellikle ikinci yarıdaki performansa baktığımız zaman, Fenerbahçe’nin Aykut Kocaman ile birlikte futbolun dilinden anlayan bir teknik adam kazandığını görüyoruz. Bu kazanımla birlikte Türk futbolunun “sportif direktör” kurumundan mahrum kalması sence bir kayıp mı” diye soruyorum. Anlatmaya başlıyor:

“Aykut Hoca’nın teknik adamlık kariyeri olduğu için, tekrar o alana yönelmesini doğal karşılıyorum ben. Sahanın kokusunu almış olan birine, tribünün içinde veya yönetim kısmında olmak zor gelebilir, bunu anlayışla karşılamak gerekiyor. Ama Türk futbolu için başlıca kayıp; Türk futbolunun içinden gelen insanların Türk futbolunu yönetmemesi. Bu anlamda yeni neslin, Türk futbolunu yönetmeye talip olması gerekiyor. Bunun adına da sportif direktörlük deniyor şu an için. Böyle koydular bunun ismini ama Avrupa’da bunun başkanlığa kadar giden yolu var.” Türkiye’de bu alanda ilerleme olduğunu da belirtmeden geçmiyor:

“15-20 sene önce futbol yorumlayan futbolcu bile yoktu. Şimdi baktığınız zaman televizyonlarda, gazetelerde eski futbolcular futbol yorumluyorlar. Yavaş yavaş sportif direktörlük görevine getirilen futbolcular da oldu. Ben inanıyorum, önümüzdeki 5-10 senelik süreçte spor yönetimini icra eden futbolcular da olacak. Benim hedefim de bu.”

Türk ve yabancı teknik direktörler hakkındaki görüşünü soruyorum. “Fenerbahçe için düşünürsek, ben Türk hocanın gelmesini çok istiyordum” diyor. İki sene yabancı hocayla çalıştıktan sonra takım olarak bu deneyimi yaşamaları gerektiğini söylüyor. Genel anlamda ise Türk, yabancı ayrımı yapmıyor, takımın başına gelen kişinin hizmet amacı güden, samimi, futbolcularla duygu bütünlüğü içinde olan biri olmasının her zaman için yararlı olacağını düşünüyor.

“10 katlı bina yapabilecekken, sadece beş kat çıkabildim”

Takım içerisindeki dostluklarından konu açılıyor. En çok Gökhan Gönül, Uğur Boral, İlhan ve Bekir ile görüştüğünü söylüyor. Ara sıra Alex’le de buluştuklarını sözlerine ekliyor. Geçen seneye kıyasla takımdaki bütünlüğün daha iyi olduğunu anlatıyor: “Sezon başı kampında, hoca olmadan kendi içimizde toplantılar yaptık. Bizi etkilemesi gereken konular olduğunun farkına vardık. Yabancısı Türk’ü, hepimiz aynı durumda olduğumuzun farkına vardık. Bunlar geç farkına varılmış şeyler, marifetmiş gibi anlatmayayım. Ama son zamanlarda bazı şeyleri ispatladığımızı düşünüyorum.”
Motivasyonun artmasını ve bunun getirdiği başarıyı şu sözlerle özetliyor: “Takımdaki herkes egolarından kurtulup ‘ben’ demek yerine, çoğul bir şekilde hareket etmeyi öğrendi. Bunun yansımaları da var bence.”

Yeşil sahalarda geçirdiği bunca seneden sonra, kendini nerede gördüğünü sorusuna pişmanlıkla yanıt veriyor: “İnsan kendine bir değer biçerken adil davranmalı. Benim hayata da, futbola da bakışım bu. Ben çok sakatlık yaşadım. O dönemde Inter’in üzerinde üç tane büyük takım vardı. Eğer o sakatlıklar olmasaydı, sekiz senelik yurt dışı kariyerimde Inter’in üzerindeki o takımlardan birine gidebilirdim. 10 katlı bir bina yapabilecek kapasitedeysem eğer, ben bunun en fazla beşinci katını çıkabildim.”

“Türk futbolcusunun bence özel yetenekleri var sadece bunun farkında değiliz, kullanmayı bilmiyoruz” diyerek hem eski Emre’ye, hem de genç yeteneklere serzenişte bulunuyor sanki.

Tercihlerinde “keşke”lerin olmadığını söyleyen futbolcu, bunu örneklerle ortaya koyuyor: “Futbola Galatasaray’da başladım. İyi ki Galatasaray’da başlamışım. Oradan ayrıldım, Inter gibi iyi bir takıma gittim. Daha sonra İngiltere’nin en köklü takımlarından olan New Castle’a transfer oldum. Dönüşümde ise bana en samimi gelen takım Fenerbahçe’ydi, iyi ki Fenerbahçe’ye gelmişim diyorum.”

“Aziz Yıldırım, Türk futbolunun en güçlü karakteri”

Son olarak sözü başkan Aziz Yıldırım’a getiriyorum. “Başkanın futbolcularla çok yakın ilişkisi var. Bence Türk futbolunun en güçlü karakteri. Uzun süre boyunca bir takıma hizmet ettiği için de fazlasıyla tecrübeli. Bazen baba şefkati var, bazen de bir babanın koyabileceği en büyük tepkiyi koyabiliyor. Zor bir insan olsa da, tanıyanların kolay kolay vazgeçemeyeceği biri. Dışarıdan görüntüsüyle içi arasında çok fark var.”

Başardıkları ve başaramadıklarının fazlasıyla bilincinde, ayakları yere basan, olgun bir insanla konuştuğumu hissediyorum röportaj sonunda. Kendini, onu eleştiren herkesten daha ağır yargıladığını ve daha iyiye ulaşmak için sürdürdüğü savaşı hiç sona erdirmeyecek olduğunu gözlemliyorum. Başka türlü de Emre Belözoğlu olunmuyor sanırım…

Yorum yazın