İstanbul

İstanbul’da “Arkeoloji”yi keşfetmek

Yazan: Mustafa Emre Tülün

İstanbul Arkeoloji Müzeleri diye bir yer olduğunu yeni öğrendim. Adını bile ilk kez duymuştum, utandım. Ama yalnız olmadığımı da biliyorum.

23 yaşındayım. İstanbul’da doğdum, yaşıyorum. Fakat sanırım gerçek bir İstanbullu değilim.

Kültürlerin ve seslerin birbirine nasıl karıştığı, her sokakta adım adım gözlemlenebilen bir kent İstanbul.  Tarih öncesi topluluklara, Roma’ya, Bizans’a ve Osmanlı’ya ev sahipliği yapan, bu kültürlerin, etnik ve dini çeşitliliğin öğelerini buluşturan, onları “bir” yapan bir yerleşke.

Doğduğum ve yaşadığım kentin, geçmişine dair hemen tüm izlerini biriktirdiği bir mekânı olduğunu bilmiyordum.İstanbul Arkeoloji Müzeleri diye bir yer olduğunu yeni öğrendim. Adını bile ilk kez duymuştum, utandım.

Fakat yalnız olmadığımı da biliyorum. Çevremdekilerin çoğu da benden farklı durumda değildi; ismini duymuş olanlar bile orada neler sergilendiğini bilmiyorlardı. Bilen çok azdı. Hatta bir bölümü tarafından alay konusu edildim. Kararlı bir şekilde müzenin yolunu tutmamda bunun etkisi olduğunu inkar etmiyorum.

Müzeyle ilgili öğrendiğim ilk şey adının neden çoğul kullanıldığı: Gülhane Parkı’ndan Topkapı Sarayı’na çıkan Osman Hamdi Bey yokuşundaki İstanbul Arkeoloji Müzeleri yerleşkesi, üç müzeyi içeriyor: Arkeoloji, Eski Şark Eserleri ve Çinili Köşk müzeleri.

Daha da ilginci, müze yerleşkesine ismini veren Arkeoloji Müzesi binasının, yerleşke içinde en son inşa edilen yapı olması. Ve buna rağmen müze olarak tasarlanan ve inşa edilen dünyadaki ilk yapılardan biri olması.
Aynı isimli müzeyi ağırlayan Çinili Köşk 1472’de inşa edilmiş; Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’da yaptırdığı sivil mimari örneklerinin en eskisi. 1880’de restore edilerek müzeye dönüştürülmüş. Bugün burada 11 ile 20. yüzyıl başlarına tarihlenen Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait 2000 civarında eser sergileniyor.

Bugün Eski Şark Eserleri Müzesi ismini taşıyan ikinci yapı ise 1883’te yılında Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi) için inşa edilmiş. Bu müzenin koleksiyonları ise Anadolu ve Mezopotamya’nın Yunan öncesi, Mısır ve Arap Yarımadası’nın İslam öncesi çağlarına ait eserlerinden oluşuyor.

Yerleşkeye adını veren ana bina, Arkeoloji Müzesi ise 13 Haziran 1891’de ziyarete açılmış. Açılış tarihi 13 Haziran halen Türkiye’de “Müzeciler Günü” olarak kutlanıyor. Yapının mimarı, tam karşısındaki Eski Şark Eserleri Müzesi’ni de tasarlayan Fransız asıllı İstanbullu levantenAlexander Vallaury. Ana binaya, 1903’te kuzey ve 1907’de güney kanadın eklenmiş ve bugünkü halini almış.

İmparatorluk Müzesi

Arkeoloji Müzesi, özgün ismiyle Müze-i Humayun (İmparatorluk Müzesi), Türkiye topraklarında müzeciliğin de başlangıcı kabul ediliyor. 1869’da kurulan Müze-i Humayun’un ilk müdürü Galatasaray Lisesi öğretmenlerinden İngiliz Edward Goold, ikinci müdürü ise 1872-1880 yıllarında görev yapan Alman Dr. Philip Anton Dethiér.

osman-hamdi-bey-b2f8c037_442x297_original

Ancak Dethiér’in ölümünden sonraOsman Hamdi Bey’in müdürlüğüne atanmasıyla hem Müze-i Humayun’da hem de Türkiye’de müzecilik çalışmalarında yeni bir evreye giriliyor.

Arkeoloji Müzesi binasının inşasını sağlayan Osman Hamdi Bey gerek müzede bulunan eserlerin tasnif edilip sergiye çıkarılmasıyla, gerek kendi gerçekleştirdiği kazılarda yeni eserlere ulaşmasıyla ve gerekse de Osmanlı topraklarından çıkan eserlerin yurt dışına çıkarılmasına karşı verdiği mücadeleyle Türkiye müzeciliğinin temellerini atıyor. Gülhane’den müzeye çıkan yokuşun bugün onun ismiyle anılması bir tesadüf değil anlayacağınız.

Kadeş Anlaşması’ndan İskender’e…

Yerleşkedeki üç müzedeki eserleri sıralamak ve önem kıyaslamak mümkün değil. Ama örneğin, birçoğumuzun tarih kitaplarında gördüğü Kadeş Anlaşması’nın bu müzedeki Eski Şark Eserleri bölümünde sergilendiğini biliyor musunuz? Moskova’da 2008’de tanıştığım, Amerikalı emekli bir öğretmen olan Kipp Matalucci, Facebook’ta bir paylaşımında bu anlaşmadan bahsediyordu. Türkiye’den çok uzak, başka bir kıtada yaşayan biri bile bu müzede sergilenen bir eserden haberdar iken ben ve benim gibiler bırakın müzenin nerede olduğunu varlığından dahi bihaberdi.

kades-anlasmasi-929112f4_323x357_originalBir pazar sabahı erkenden kalktım ve müzeyi gezmek üzere yola çıktım. Meydana vardığımda inanılmaz bir kalabalık vardı, çoğunluğu turist olan bu kalabalığın ilk başlarda arkeoloji müzesi için geldiklerini düşündüm ama çoğu Topkapı Sarayı için gelmiş. Bu durumu fark edince “Acaba yanılıyor olabilir miyim, müze turistler içinde ilgi çekici olmayabilir mi” diye düşündüm.

Anlaşılabiliceği gibi müzeye hem Gülhane Parkı tarafından, hem de Topkapı Sarayı’nın ilk avlusundan gitmeniz mümkün. Ben Topkapı tarafından girişi sorarak öğrendim. Biletimi alarak müzeye giriş yaptım. Gişeyi geçtikten sonra sağ taraftaki danışmadan kiralayacağınız cihaz sayesinde gördüğünüz eserlerin ne olduğunu istediğiniz dilde dinleyerek öğrenebiliyorsunuz.

Arkeoloji Müzesi olarak kullanılan binanın bir kısmı yenileme nedeni ile kapalı. Müzenin en önemli eserleri olan, Osman Hamdi Bey’in 1888’de Lübnan Sidon’daki (Sayda) Kral Nekropolü Kazısı’nda keşfettiği ünlü İskender Lahdi de yenileme nedeniyle kapalı olan bu bölümlerde. Binanın lahit üzerine inşa edilmesi nedeniyle taşıma imkânı yok. Restorasyon işlemi ise Kültür Bakanlığı tarafından, Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TURSAB) sponsorluğunda yapılıyor. Müzenin sadece klasik binası restorasyonda ve bu işin de yüzde 60’ı sona erdi. Tamamen bitirilmesi ise bir yıl daha alacak.

Açık olan bölümlerinde, Türkiye’de bulunan çeşitli kalıntılar sergileniyor, İstanbul’da yapılan arkeolojik çalışmalar neticesinde bulunan eserler hatta ilk 9 bin yaşındaki “ilk İstanbulluların” iskeletleri sergileniyor. Daha önce Londra’ya yaptığım bir seyahatte Britanya Müzesi’ni (British Museum) gezmiş ve çok etkilenmiştim. Aynı olmasa da, benzeri bir atmosfer İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde de mevcut.

Müzeyi ziyaretim esnasında çok az Türk ile karşılaştım diyebilirim, genel olarak yabancı ziyaretçiler vardı. En kısa zamanda uzun bir günü tarihin koridorlarında geçirmeniz dileği ile.

Yorum yazın