Sanat

İnsanca oynamak için…

Yazan: Bahar Karaman

Ekranda siyasetçilerden bile daha çok görünen ve tanınan, her adımı takip edilen, “paraya para demeyen” oyuncular neden sendika kurar?

Reyting ölçümlerine müdahale edildiği gerekçesiyle geçtiğimiz hafta yapım şirketlerine yapılan baskın, sağladığı reklam geliri nedeniyle dizilerin, televizyon dünyası için ne ifade ettiğini bir kez daha hatırlattı. “En çok seyredilen” listesinde yer almanın önemini, örneğin “2,9” ve “3” arasındaki reyting farkının neye karşılık geldiğini, diziler üzerinde yaşanan “rekabetin” TL cinsinden büyüklüğü hakkında ilk kez bu kadar bilgi sahibi olduk.

Oysa, dizi sektörü dendiğinde akla çoğu kez oyuncuların kazandığı paralar gelir sadece. Magazin basınının gösterdiğinden daha büyük bir fotoğrafı gözler önüne seren “reyting operasyonu”nun bu algıyı ne kadar değiştirdiğini bilemeyiz. Ancak o “çok para kazanan” oyuncuların, geride bırakmak üzere olduğumuz yıl içinde tarihlerinde ilk kez sendikal örgütlenmeye gitmesi durumun pek de ekrana yansıdığı gibi olmadığını gösteriyor.

En görünür oldukları mecra televizyon olsa da, mesleklerini icra ettikleri tek yer dizi setleri değil elbette. (Hafta sonu Emek Sineması için Beyoğlu’nda gerçekleştirilen eyleme geniş katılımları, ilk tercihlerinin televizyon olmadığını da gösteriyordu bir yerde.) Sahnede, beyaz perdede ve hatta mikrofonda sergiliyorlar emeklerini.

Mikrofonumuzu 29 Mart 2011’de kurulan Oyuncular Sendikası’na uzattık. Sendika adına sorularımızı Genel Sekreter Şebnem Sönmez cevapladı.



“Sendikası olmayan dört ülkeden biriydik”


Sendika kurma fikri nasıl oluştu?
Bizim sektördeki olağanüstü zor koşullar dizi sürelerinin 120 dakikaya varması sebebiyle daha da ağırlaştı. Çalışma koşulları olumsuz anlamda çok değişti ve geriye gitti. Bunun için de ister istemez kalite problemi oluştu. Ve süre uzadığı halde ücretlerde de ikişer kere yüzde 30’ar indirim istendi. Bir hukuksuzluk baş gösterdi. Hiçbir şekilde dizilerde çalışan insanların –kamera önü arkası fark etmez- hukuken haklarını arayabilecekleri bir mecra yoktu.

Kanalların ya da reklam verenlerin yılda bir buçuk milyar dolar gelir elde ettikleri bir sektörden bahsediyoruz. Dünyayla kıyasladığımızda çok büyük miktar bu. Neden çok büyük? Çünkü sektördekiler hukuksuz çalıştırılıyor: Taban ücret yok. Çalışma saatleri belli değil. Sadece TC vatandaşı olmakla elde edinilebilecek vatandaşlık hakları bile uygulanmayınca o paralar küçük bir üçgenin içerisinde dönüp durur. Bütün bunlar o kadar arttı ki, bir sendika kurmak zorunlu hale geldi. Oyuncuları sendika sahibi olmayan dört ülkeden biriydik biz. Belki 50 yıl geç kuruldu ama zamanı şimdiymiş diyelim.

“Geçinmeye çalışan bir yığın arkadaşımız var”

Sendika olarak en başta çözüme kavuşmasını istediğiniz sorun hangisi?
SSK’lı olmak. Çünkü hedeflerimizin birincisi o. Fakat hedeflerimize birinci, ikinci de diyemiyoruz. Hepsi aynı sırada aslında. Çalışma koşulları da ikinci hedef. Arkasından taban ücretleri var. Taban ücretleri olmadığı için insanlar çok mağdurlar. Kim ne para verirse evet diyorlar. Ardından emeklilik primleri, sözleşmeler. Bütün bunlar alt alta yazılıyor çünkü hepsi aynı satıra yazılamıyor. SSK’lı olmayı başarırsak, zaten bunların dördü birden gerçekleşmiş oluyor.

Peki bir yılda neler yaptınız?
Ankara’ya ilk ziyaretlerimizi, resmi olarak kurulmadan önce gerçekleştirdik. Kültür Bakanlığı, Mesleki Yeterlilik Kurumu, ILO, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ayrıca da Sosyal Güvenlik Kurumu. Dedik ki: “Biz organizasyonel yapımızı oluşturduk. Profesyonel bir güce kavuştuk. Biliniz ki bir sendika oluyoruz. Bizler de geçici yönetim kurulu üyeleriyiz. Bundan sonra birlikte çalışacağız.” Çok hoş karşılandık. Ama tabii ne yapacağımızı beklediler. Resmi kuruluşumuzu gerçekleştirdikten sonra da resmi ziyaretlerimize başladık. Kısa zamanda doğru yönlendirilmelerle çok kuvvetli adımlar attık. Mesela SSK’yla ilgili durumumuz netleşti. Kanunen hiçbir şüphe yok ki oyuncu eşit işçidir, çalışma koşulları açısından. Kanunda oyuncunun tanımı olmaması sebebiyle, mesleki olarak bir düzenleme yapılamadığından Mesleki Yeterlilik Kurumu’nun bize çıkardığı yol haritasıyla tanımlar kurulu oluşturduk. Ardından Devlet Tiyatroları ile ilgili ziyaretler yaptık. Üye sayımızı artırdık. Hedefimizin üstüne çıktık. Bunların hepsi hızlı ve iyi çalıştığımızı gösterir. Son Ankara ziyaretinde bir koordinasyon kurulu kurduk. Oraya da Maliye Bakanlığı katıldı. İşçiyken ücretlendirmemiz nabıl yapılacak? Ne türde sosyal güvenliğe tabii olacağız? Bunların oyuncuya sağladığı avantaj ve işverene maliyeti nedir? Bütün bunları tartışacağımız bir koordinasyon kurulu kurduk. Bu günlerde Maliye, Kültür ve Çalışma bakanlıkları ve SGK ile bir araya gelip iki günlük bir çalışma yapacağız.

Oynanan karakteri unutturmak

Dizilerde yüksek ücret ödendiği için “hem çok kazanıyorlar, hem de sızlanıyorlar” gibi bir algı var. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Hak eşittir para mı sadece? Hak denince insanın aklına ilk olarak ücret mi geliyor. İkincisi, bir insanın emeğinin ne kadar olduğunu kim belirler?  Üçüncüsü, bu sektörde bütün dünyaya baksın böyle düşünenler. Baksın bir daha düşünüp sorsunlar hemen cevap verelim. Çünkü diğer örnekler taranmamış. Televizyon yalnızca ve yalnızca ticaret için yapılan bir iştir. Kanallar, yapımcılar, reklam verenler arasında dönen. Biz bu ticaretin metasıysak doğal olarak yüksek paralar kazanmak gerekir. Neden? Biz bu ücreti üç sezonluk bir dizide alıyorsak arkasından dört sezon oturmamız gerekir oynadığımız karakteri unutturmak için. Peki bir oyuncunun hiç para kazanamadığı zamanı kim dert ediyor? Bu soruyu soran dert ediyor mu? O zihindeki arkadaşlara soruyorum, ben çalışırken başıma gelecek herhangi bir şeyi de dert ediyorlar mı? Bir daha düşünsünler, başka türlü sorsunlar bütün bilgimizi sunalım onlara.

Sendikaya üye olan oyuncular iş bulma sıkıntısı çekti mi? Sendika işverenleri korkuttu mu?
Henüz böyle bir şey yaşanmadı. Çünkü biz arkadaşlarımıza şunu söyledik: “Lütfen gelin, üye olun, iş vereninize de sizi SSK’lı yapmasını önerin, yapmıyorsa üstelemeyin çünkü biz bunu bir yıl içerisinde kanun olarak çıkartıp zaten onların da yapması gereken bir hale dönüştüreceğiz, zarar görmeyin. Şu güne kadar iş vereninizle sizin aranızdaki anlaşma neyse onu sürdürün size zarar gelmesin ama teklifinizi yapın. Israr etmeyin.” İkna eden arkadaşlarımız da oldu. Gayet kolay oldu üstelik. Henüz bir zarar gören olmadı, olamaz da. Çünkü bunun kanuni bir hak olduğunu en iyi iş veren biliyor.

“Sahneyi ne kadar kapatırsanız o kadar çok yayılır.”

Tiyatro ve opera oyuncularından hiç bahsetmedik. Onların sorunları neler?
Sahnemiz yok. O kadar çok sahne kapatıldı ki. İstanbul gibi nüfusu 20 milyonu aşan bir şehirde kaç tane sahne var? AKM kapatıldı. Şehir Tiyatroları’nın sahneleri kapatılıyor. Bir takım alışveriş merkezlerinin içine tıkılan kocaman bir devlet tiyatrosu, kocaman bir devlet opera balesi var. Eski bir sinemadan evrilmiş Süreyya Sahnesi’nde opera sunulmaya çalışılıyor. 40 kişilik koro kulisten ses vermeye çalışırken , 10 kişi de sahnede başrollerin icrasıyla sıkıştırılmış saçma sapan bir halde gösteriliyor. Ne yapabiliriz? Tiyatroyu ya da sahneyi ne kadar kapatırsanız o kadar çok yayılır. Daha da çoğaldı, küçük gruplar türedi. Belediyeler, arkadaşlarımızın tiyatro alanı olarak algıladığı ya da içine girip düzenlediği ve beş paraları olmadan düzenlediği yerlere tiyatro ruhsatı vermedi. Öğrenci arkadaşlar bunlar, yeni mezunlar. Ailelerinden onlar için verilen aylık harçlıkla, onlara söylemeden badana boya alıp kendileri badana yaptılar. Yer yok, eser çok. Oynamak isteyen de çoğalıyor. Bambaşka bir gençlik, bambaşka atılgan ve ateşli bir durum oluşuyor. Bütün sahneler kapatıldığında şimdi bu kadar acı çeken amatör başlayan gencecik arkadaşlarım tiyatro adına ihtilal yapacaklar. Ayrıca ne sorunları var? Ücret, SSK… Kıyamadıkları için patronlarına bizi SSK’layın diyemiyorlar. Çünkü tiyatronun ne kadar zor yaşadığını biliyorlar. Kendi yevmiyelerini bile almak istemeyerek bedava oynuyorlar.

“Dublaj alanında iş verenle işçi arasındaki hukuksuzluk hat safhada”

Dublaj alanında da problemler var. Dublaj yapan arkadaşlarımız bir stüdyoya bağlı olarak çalışmıyor. Zaten çok fazla sayıda değildirler. Dön dolaş 250 kişi. Bunlar sadece dublaj yapanlar. Etrafında dublaj da yapan oyuncularla 2 bine yaklaşan bir sayı var. Onlar da defterli çalışmaya zorlanıyorlar. Nasıl olabiliyor bu inanamıyoruz. Gidiyor, yapıyor kaydını 2 saat, çıkıyor. Ertesi gün gece on ikide çağırıyor iş veren. Ama onun çocuğu var, karısı var ya da kocası var. İstediği zaman çağırabiliyor. Gelmezseniz bir daha çağrılmıyorsunuz. Yani iş verenlerin işçileriyle alakalı hukuksuzluk orada hat safhada. Dublajların kaşe ücretleri de dünyada olamayacak kadar düşük, utanç verici. Fakat gerçek dublaj sanatçısı arkadaşlarımız Yeşim Kopan, Yekta Kopan, Sungun Babacan, Köksal Engür gibi isimler sırf saçma sapan kişiler daha Türkçe’yi doğru dürüst konuşamayan insanlar ucuz mantıklarıyla gelip buraları ele geçirmesinler diye o fiyatlarla yapıyorlar. Bu da başka türlü bir şovalyeliktir.

Çocuk oyuncularla ilgili çalışmalarınız var mı?
Bence dünyanın en önemli konularından biri çocuk. Sektörümüzde, yetişkinler olarak biz bazı şeyleri bedenen ve ruhen bir şekilde halledebilen, parasını konuşabilen, alamadığında nereye başvuracağını bilebilen insanlar olabiliriz fakat çocuklar bu sektörde asla tahammül edemeyeceğimiz saçma, yanlış, kötü koşullarda çalıştırılıyor. Çocuklara zulüm ediliyor demek istemiyorum. Asla böyle bir şey söylemiyorum. Ama bir kere çocuk bir sette çalıştırılırken sigara dumanı olmayacak, mutlaka bir pedagog olacak, o çocuğun bedeninin ısısına uygun davranılacak. Çalışma Bakanlığı’nın çıkardığı bir sürü madde var zaten. Dünya da söylüyor. Bütün bunlar uygulanmıyorsa biz deliririz. İşte onun çalışma koşulunu belirleyebilecek tek kurum sendika. Bunu belirlemek üzere ILO ve UNICEF’le beraber çalışıyoruz.
(EK/GT)

Yorum yazın