Spor

Euroleague

Yazan: Utku Gökerküçük

Geçtiğimiz sezon Fenerbahçe Ülker’in Euroleague’de ilk turu geçemediği, Efes Pilsen’inse son anda kendini “Top 16”ya attığı göz önünde bulundurulduğunda, temsilcilerimizin bu sezon sıkıntı yaşamadan ikinci turu görmeleri başarı sayılabilir. Bu sezon için lige baktığımızda kupayı kaldırmaya aday takım sayısında, geçtiğimiz sezonlara nazaran ciddi bir artış olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum, genel bir kalite artışından ziyade, tüm […]

Geçtiğimiz sezon Fenerbahçe Ülker’in Euroleague’de ilk turu geçemediği, Efes Pilsen’inse son anda kendini “Top 16”ya attığı göz önünde bulundurulduğunda, temsilcilerimizin bu sezon sıkıntı yaşamadan ikinci turu görmeleri başarı sayılabilir.



Bu sezon için lige baktığımızda kupayı kaldırmaya aday takım sayısında, geçtiğimiz sezonlara nazaran ciddi bir artış olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum, genel bir kalite artışından ziyade, tüm takımların belli oranda güç kaybedişinden kaynaklanıyor. Ligin ortalamasının çok üzerinde bir kadro olarak görebileceğimiz Olympiakos’un bile ilk turda üç maç kaybetmesi, son şampiyon Barcelona’nın grubunu üçüncü bitirmesi, 8 yıldır Final Four oynayan Rusya temsilcisi CSKA’nın henüz ilk turda elenmesi pek çok takımın final için iştahlanmasına sebep oldu. Bu takımların en önemlilerinden biri de şüphesiz Fenerbahçe Ülker. Temsilcimiz, son hafta zorlanması beklenen maçta Fransız Cholet’yi 32 farkla yenince, Top 16’ya ikinci torbadan adını yazdırdı.

Kanarya kanatlandı

Euroleague’e deplasmanda Barcelona ve içeride Siena galibiyetlerini de içeren yenilgisiz dört galibiyetle giren Fenerbahçe Ülker, bir anda tüm Avrupa’da dikkatlerin üzerinde yoğunlaşmasına sebep oldu. Ömer-Kinsey-Tomas’dan başlayan baskılı ön alan savunması ve devamında geride Vidmar-Oğuz-Mirsad merkezli arka alan defansı Fenerbahçe’nin bu dört maçta da rakiplerini 70 sayının altında tutmasını sağlamıştı. Takımın başına getirilen Neven Spahija’nın aşılamaya çalıştığı savunma odaklı oyun anlaşıyı, temsilcimizin çoğu otoritelerce “Avrupa’nın en iyi savunma yapan takımı” olarak adlandırılmasını sağlamıştı. Önceleri, kendinden daha güçlü bir takım görünce hemen ilk çeyrekte teslim olan, kaybetmeye baştan razı bir takım hüviyetindeki Fenerbahçe Ülker’e gerekli olan yalnızca bir “takım olma” karakteriydi. Spahija bunu aşıladı. Herkesin saha içindeki rolünden memnun olduğu, herkesin işleyen bir sistemin önemli parçaları olduğu Spahija sistemi, oynamaktan ve izlemekten zevk alınan bir basketbol vaat ediyordu. Seyirci de bu sisteme kendini dahil etmenin yolunu bulmuştu. Bir önceki sezon 1440 olan takımın maç başına seyirci ortalaması, bu sezon yüzde 794’lük inanılmaz bir artışla 12875’e ulaştı. Bir önceki sezon seyirci azlığı sebebiyle ihtar yiyen Fenerbahçe Ülker, bu sezon ligin en yüksek seyirci ortalamalı takımı oldu.

Ancak işler temsilcimiz için başladığı kadar iyi gitmedi. Beklenmedik zamanda gelen Vidmar’ın sakatlığı kalan 6 maçın 3’ünün kaybedilmesinde önemli bir etken olacaktı. Hemen sakatlığın olduğu hafta gidilen Cholet deplasmanında rakibe verilen 15 hücum ribaundu ve 13 fazla şut kullanma imkânı mağlubiyetin gerekçesiydi. İstanbul’da Barcelona’ya karşı pek bir direnç gösteremeden kaybedilen oyun da, son şampiyonun ilk iki için mutlaka kazanmak zorunda olması ve Barça pivotu Boniface Ndong’un kariyer maçlarından birini oynamasıyla açıklanabilirdi. Sean May’in etkisiz kalması ve pota altının yumuşayan savunmasının gerekçe olarak gösterilebileceği bu iki mağlubiyetin ardından, takımı bir arada tutan en önemli unsur Ukiç’in de bileğinden sakatlanması grup birinciliği için belirleyici olacak maçta Siena deplasmanından 29 sayılık farkla mağlup dönülmesine yol açtı. Hem pivotsuz, hem de oyun kurucusuz Fenerbahçe, geçtiğimiz sezonki kötü hatıraları yeniden canlandıran kritik bir maç oynamıştı. Hafta sonunda da ligde Pınar Karşıyaka’ya karşı ilk mağlubiyetini elde edince, son maç olan Cholet maçı için haklı endişeler belirmişti. Ancak maçın başındaki 9-0’lık Cholet serisi, belki de uyuyan devin uyanmasına sebep oldu ve her oyuncudan en üst düzeyde katkı alarak maç sonunda 32 sayılık farka ulaşıldı.

Cholet galibiyeti, kaybedilen Siena ve Barça maçlarının moral bozukluğunu silmek adına önemliydi. Ancak “Top 16” hatanın telafisinin pek mümkün olmadığı ve her takımın en üst düzeyde performans koymasının gerektiği bir tur olacak. Fenerbahçe için grup ikinciliği kura çekimi öncesi büyük avantaj. Üstelik aynı grupta yer aldığı Barcelona ile de büyük ihtimal eşleşmeyecek. Olympiakos ve Barcelona gibi devlerin rölantide geçtiği normal sezon sonrasında “Top 16”da bir karakter koymaları kaçınılmaz. Bu bakımdan Fenerbahçe Ülker’in grup maçlarının başında elde ettiği büyük maç oynama alışkanlığını yeniden hatırlaması şart. Zira bu turda bir Cholet yok. Bu bakımdan da geri dönüşü henüz belirsiz olan Vidmar’ın yerine bir pivot transferi şu an için gereklilik arz ediyor. Fenerbahçe Ülker bu sezon Final Four için belki de bir daha elde edemeyeceği bir şansa sahip ve bu şansı değerlendirmek adına hiçbir destek takımdan esirgenmemeli.

Gruptaki diğer takımlardan da 10’da 10 mağlubiyetle bir rekora imza atan mali krizdeki Cibona’yı devre dışı tutarsak, yine heyecanlı bir sıralama yarışı vardı. Son ana kadar belli olmayan dördüncülüğü, Avrupa basketbolunun efsanesi Jasikevicius’u kadrosuna katan ve Cemal Nalga, Khalid El-Amin gibi tanıdık yüzleri de kadrosunda bulunduran Lietuvos Rytas elde etti. Erman Kunter’in yoktan var edip kısıtlı bütçesiyle önce Fransa şampiyonu olup, sonra da Euroleague’de önemli işler yapan takımı Cholet Basket son Fenerbahçe mağlubiyetiyle gruptan elendi. Barcelona geçen sezonki görüntüsünden uzaktı. Ancak ikinci turda ve devamında vidaları sıkmaları ve yıldızlarından tam verim almalarını beklemek, kendilerini üçüncü torbanın en çekinilen takımı yapıyor. Zira Final Four da Barcelona’da ve bu durum, kendileri için ekstra motivasyon demek. Eze, Sato, McIntyre, Domercant gibi önemli yapı taşlarını kaybeden Siena’nınsa kaybetmediği tek şey oyun karakteri oldu. İçerideki rahat Fenerbahçe galibiyeti, grubu rahatça birinci bitirmelerini sağladı.

Efes yolda kayıp

Diğer temsilcimiz Efes Pilsen’se grubunu iddiasız CSKA deplasmanından aldığı mağlubiyetle bitirdi. Maç CSKA için gerçekten de pek bir anlam ifade etmiyordu ancak Efes Pilsen’in alacağı bir galibiyet takımı grupta ikinci yapabilir, bir mağlubiyetse dördüncülüğe geriletebilirdi. Takımdaki süregelen ruhsuzluğa isyan edebilecek isimlerden Kerem Gönlüm’ün de olmadığı maçta bir Efes Pilsen klasiği olarak deplasman mağlubiyeti kaçınılmaz oldu. Zira lacivert beyazlılar, tüm deplasman maçlarını kaybedip, tüm iç saha maçlarını kazanarak adını bir üst tura yazdırdı.

Efes Pilsen, özellikle son iki üç yıldır, kendisini var eden sistem takımı olma kimliğinden tamamen uzaklaşmış vaziyette. Euroleague’in sayılı bütçelerinden birine sahip olup, son derece yüksek maliyetli transferlere imza atsa da. Saha dışındaki bu başarı, oyun anlamında kendisini gösteremiyor. İki ayrı savunma ve hücum beşine sahip olup, ne savunmayı ne de hücumu adam akıllı gerçekleştiremiyorlar. Takımın maç kazanması, savunma yapmak veya takım halinde herkesten eşit katkı almaktan ziyade, Rakocevic’in üreteceği ekstra sayılara ve belki de kariyerinin en verimli günlerini yaşayan Kerem Tunçeri’nin topu elinde tutmasına bağlı. Yazın yapılan transferlerin de bu sistemsizliğe adapte olabilmelerini beklemek çok zor. Wisnievski, Roberts, Dudley zaten yeni bir takım görüntüsündeki Efes Pilsen’de turist olmaktan öteye geçemiyor. Sinan Güler’i rotasyona almak için uzun süre ayak direten Perasovic’in Ender Arslan’ı hâlâ ilk planlarında düşünmemesi ise soru işaretine sebep olan ayrı bir konu. Herhangi bir oyun karakteri ortaya koyamayan temsilcimizde belki de gözle görülür tek olumlu istatistik iç saha maçlarının tümünü kazanması oldu. Ancak, bu başarının da ne kadar suni olduğu 18 sayı öndeyken, kaybetme noktasına getirilen Panathinaikos maçıyla su yüzüne çıktı. Kerem’in son saniye turnikesi izleyenlere Dünya Şampiyonası’ndaki Sırbistan maçını fena halde anımsatırken, takımın da muhtemel bir turu geçememe krizinin eşiğinden dönmesini sağladı. Efes Pilsen’in içeride de maç kaybetmesi sürpriz olmayacaktır. Dış sahada ise takım, herhangi bir maçın herhangi bir bölümünde bile önde olamadı. Panathinaikos deplasmanının tamamı ve hatta gruptan çıkamayan Armani Jeans Milano’ya karşı oynanan son çeyrek, bir Top 16 takımına yakışmayacak düzeyde oyunlara sahne olmuştu.

Ancak enseyi karartmak için yine de erken. Geçen sezon da Unicaja Malaga’nın, Lietuvos Rytas’ı deplasmanda son anda yenmesi sonucu Top 16’yı gören lacivert beyazlılar, bu turda birden vites yükselterek hiç de fena olmayan sonuçlar almışlardı. Aynı tür bir çıkışı bu sezon da bekleyebiliriz. Efes kadrosundaki yıldız bolluğu/oyun tahmin edilemezliği pek çok takımın başına iş açabilir. Zira 18 milyon euroluk bütçesiyle Avrupa’nın en “değerlilerinden” olan Efes Pilsen için bu beklentide olmak son derece normal. Ancak şu vaziyette, muhtemel grup ikincisi rakipler Caja Laboral veya Real Madrid’e karşı, “Top 8” yarışında pek bir varlık gösterilemeyeceği ortada.

Efes’in ilk turdaki grubun son derece hareketliydi. Coack Dusko Vujosevic’in gönderilemsine kadar uzanan bir süreci yaşayıp ilk turu geçemeyen CSKA yılın en büyük sürpriziydi. Yine coach değişikliği sonrası takımın başına usta Pesic’in gelmesiyle bir anda canlanan Power Electronics Valencia, uzun süre grubu ilk dört dışında sürdürse de grubun son maçında Union Olimpija’ya karşı Savanovic’in attığı son saniye üçlüğü, takımın maçı kazanmasına ve “Top 16”ya uzanmasına sebep oldu. “Top 16”da kimsenin istemeyeceği takımlardan biri de Valencia olacaktır. Hem yeni salonunun coşkusu hem de gruptaki iddialı takımların tel tel dökülmesini iyi değerlendiren Sloven ekibi Union Olimpija da grubu ikinci bitirerek önemli bir iş yapmış oldu. Diamantidis önderliğindeki lider Panathinaikos ise neredeyse hiç zorlanmadı, Spanoulis’i kaybetse de yıllardır koruduğu çekirdek kadronun meyvesini grup liderliğini alarak elde etti.

Ve diğerleri…

A grubunda -iki sezon önce Efes Pilsen’i çalıştıran- David Blatt‘ın Maccabi’sinin mutlak üstünlüğü söz konusuydu. 9 galibiyet 1 mağlubiyet ile ilk turun en başarılı takımı olan Maccabi, yıldız oyunculardan ziyade, Eidson, Perkins, Blu, Sofoklis gibi takım olma olgusunun bilincinde oyunculardan kurulu kadroya sahip. Yeni transfer genç Milan Macvan da mutlaka katkı verecektir. Özellikle iç sahada hiçbir takımı yanlarına bile yaklaştırmamaları, dışarıda da maç kazanmayı bilmeleri, kendilerini Final Four’un iddialı ekiplerinden biri yapıyor. Geçtiğimiz sezon son sekizde Partizan mucizesine takılmışlardı, bu sefer işi sıkı tutacaklardır. Ancak yine de şu andaki umut vaat eden durumlarında içinde bulundukları grubun kendine has kolaylığının da payı yadsınamaz. Grubun favorisi Caja Laboral anlamakta güçlük çekilen 5 maçlık bir mağlubiyet serisine yakalanınca gruptan çıkma ihtimali bile zora girmişti, ancak son üç maçın kazanılması kendilerini grup ikincisi yaptı. Özellikle San Emetario, Marcelinho Huertas ve Zalgiris galibiyetinde tam 9 isabetli üçlük atan Teletovic takımını sırtlayan isimler oldular. Grubu uzun süre ikinci sırada götüren Zalgiris’i de bu basamaktan indiren, son Khimki maçında Keith Langford’un maçı uzatmaya götüren üçlüğü oldu. Geçtiğimiz sezon maddi krizden ötürü sahaya takım çıkaramayacak duruma gelen Zalgiris’in bu çıkışı takdire şayan. Bütçesine bakıldığında gruptan çıkmasına kesin gözüyle bakılan Khimki de tıpkı Efes gibi dış sahada hiç maç kazanamayınca ve içeride Maccabi’ye boyun eğince son bileti Partizan’a devretti. Kendileri için teselli, ilk turun en değerli oyuncusu ve sayı kralı olan Keith Langford sayılabilir. Her sezon Avrupa basketboluna birkaç yıldız sunarak ayakta kalan Partizan da bu sene de yapacağını yaptı ve zor da olsa ilk turu geçerek adını Top 16’ya yazdırdı. Bu sezon gözler James Gist’in üzerinde. İç saha maçlarını geçtiğimiz sezonda olduğu gibi, bu sezonda da “Top 16” aşamasından itibaren 22 bin kişilik Belgrad Arena’da oynama kararı aldılar. Pek de üst düzey bir kadroya sahip olmasalar da, bu sezon Belgrad’dan galibiyet çıkarmak kuşkusuz yine çok zor olacaktır.

Olympiakos sessiz ve derinden

B grubunda da Olympiakos ve Real Madrid çok ağır basıyordu ve beklendiği gibi ilk ikiyi paylaştılar. Sahip olduğu inanılmaz kadroya rağmen maçların çoğunda rakiplerine büyük fark atamayan Olympiakos yine de bana göre Final Four’un bir numaralı favorisi. İstedikleri zaman vitesi artıracak güce sahipler ve Tedosic, Spanoulis gibi oyuncuların kendilerini bu turda pek de sıkmadıkları çok açık. Ancak yine de grubun en zor maçı diyebileceğimiz Real Madrid deplasmanındaki kötü oyunları da ilerisi için uyarı niteliğinde sayılabilir. Messina’nın Real Madrid’inde hala eksik olan bir şeyler var. İyi takımlara karşı maç kazanmak için Sergio Llull’un “isyanı” belirleyici oluyor. Ayrıca çoğu takımda görülen müzmin deplasman sıkıntısı onlarda da mevcut. Bu bakımdan kendilerini içinde Maccabi ve Partizan olan bir grupta görmek Real adına pek de istenilen bir durum olmasa gerek. Bu grupta emeğine en çok yazık olan takım Brose Basket oldu. Alman ekibi Olympiakos, Real Madrid ve Unicaja’yı yenme başarısı gösterip tam üç maçı da son saniyede kaybedince gruptan çıkma şansını kaçırdı. Charles Smith, Ali Traore, Darius Washington gibi önemli transferlerle yola çıkan Tanjevic’in Lottomatica Roma’sı da, geçen seneki Fenerbahçe’yi andırırcasına, Real ve Olympiakos maçlarını kolay kaybetti, ihtiyacı olanları kazanıp gruptan çıkma başarısını gösterdi.

İki yıllık aradan sonra ilk kez iki temsilcimizle de katılma şansını yakaladığımız “Top 16” gruplarının kura çekimi 4 Ocak 2011’de Barcelona’da yapılacak. 19 Şubat ve 3 Mart arasında oynanacak olan grup maçlarının ardından, gruplarını ilk iki içerisinde bitiren takımlar birbirleriyle çapraz eşleşme usülü karşılaşacak. Beş maç üzerinden oynanacak olan çeyrek final serisi 22 Mart ve 6 Nisan arasında gerçekleştirilecek ve Avrupa’nın dört en iyi takımı 6-8 Mayıs tarihlerinde Barcelona’daki Final Four’da yer almaya hak kazanacak. Dileyelim temsilcilerimiz bu hiç de fena gitmeyen sezonu bir Final Four biletiyle noktalar ve ülkece 9 yıldır uzak kaldığımız o kademeye erişme şansını bu sefer yakalar.

Yorum yazın