Genel

Bu ölümlerde bir “jean”lik var!

Yazan: Burcu Soydan

Değişmeyen bir kader halini almış yoksulluklarının değil ama en azından açlıklarının çaresiydi. İki göz odadan ibaret evlerinin kirasıydı. Ele geçen para üç otuz bir şeydi ama köyde bıraktıkları ailelerinin ekmek parasıydı. Yüzlerce kilometre ötedeki köylerden gelen binlerce işçi gelip geçti aynı tezgâhtan. Ne kadar işçisi olduysa o kadar da hastası oldu bu işin. Hemen hepimizin […]

Değişmeyen bir kader halini almış yoksulluklarının değil ama en azından açlıklarının çaresiydi. İki göz odadan ibaret evlerinin kirasıydı. Ele geçen para üç otuz bir şeydi ama köyde bıraktıkları ailelerinin ekmek parasıydı. Yüzlerce kilometre ötedeki köylerden gelen binlerce işçi gelip geçti aynı tezgâhtan. Ne kadar işçisi olduysa o kadar da hastası oldu bu işin. Hemen hepimizin üzerinde duran kotlar daha şık dursun diye taşladılar, yıkadılar beyazlattılar. Kotlar beyazladıkça hayatlar karardı. Hayatlar karardıkça öğrendik, kotlarımızın üzerindeki beyazlığın aslında ne kadar kirli olduğunu. Üzerimize giydiğimiz ya da bir mağazanın vitrininde alıcısını bekleyen taşlanmış her kotun ardında süregiden bir dram ve ölümü bekleyen bir işçi olduğunu.
Tıpkı benzer bir kaderi Tuzla’daki tersanelerde yaşayan işçiler gibi kot taşlama işinde çalışanlar da öle öle “seslerini duyurmaya” başladı. Tek farkları vardı tersanelerdeki yoldaşlarından, o da ölümün onları bir anda değil uzun ve acılı bir süreç sonunda yakalamasıydı. Ama hâl böyle olup ani bir ölümle dikkat çekemedikleri için de kot taşlama işçileri öldüklerinde hiç kimseyi doğrudan sorumlu tutamıyorlardı. Arkadaşlarının ölümüne tanık olan ya da kaçınılmaz sonlarını bekleyen henüz hayattaki işçiler bu uzun ve acılı süreci şöyle anlatıyorlardı: “Kot kumlamaya gelirsin, sonra askere gidersin, çürüğe çıkarılınca öğrenirsin hasta olduğunu. Önce, slikozis denen bizim kumlama dediğimiz hastalığın adını sonra da tedavisi olmadığını öğrenirsin. Sonra da köyüne döner, ölümü beklersin. Ama öyle kolay olmaz. Önce yürüyemez olursun. Bir süre sonra nefes alamazsın. Ciğerlerin küçülmüşlerdir sanki. Bu kez bir makineye bağlarlar nefes al diye. Sonra da içine çektiğin havayla artık şişmez olur ciğerlerin. Ölürsün.”

Öldüren iş kolu: Kot taşlama

Kot taşlama, Türkiye’deki tekstil sektörüne adını, çalışanların yarısından fazlasının tedavisi olmayan slikozis hastalığına yakalanması nedeniyle “öldüren iş kolu” olarak kazıdı. Avrupa’da yasaklanıp sonlandırıldığı için buralara taşınan kot taşlama işi nedeniyle slikozis hastalığı bildirilen ilk ülke olan Türkiye’de kot taşlama işinde çalışan yaklaşık 10 bin işçi var ancak bunlardan 550’sinin tanısı konulmuş ve hepsi de ölüm riski yüksek silikozis hastası. Fakat sektörde çalışanların neredeyse tamamı sigortasız olduğundan tam sayıyı kimse bilmiyor. İşçilerin hastalıklarının Türkiye’de 2 tane çalışır durumda olan meslek hastalıkları hastanesinde tespit edilmesi ve ardından da tedavi edilmeleri gerekiyor. Ancak işçilerin sigortası olmadığı için de işçilerin o işyerinde çalıştıklarını kanıtlaması gerekiyor.

İrili ufaklı her şirketin ortak olduğu cinayet

Kalan ömrünü bu sorunla mücadeleye ayıran kot taşlamanın mağdurlarından Abdülhalim Demir, “Yirmili otuzlu yaşlarda bir hiç uğruna ölmek kader olmasa gerek” diye yazıp basına dağıttığı mektuplarla dikkatleri çekmeyi başardı. Ağır derecede slikozis hastası 27 yaşındaki üç çocuk babası Demir, kendisi gibi kumlama mağdurlarıyla birlikte kurdukları Kot İşçileri Dayanışma Komitesi’yle bir yandan sorunu daha geniş kitlelere duyurmaya çalışırken eski işverenine de dava açtı. Demir ve arkadaşlarının mücadelesi işçi sağlığı ve güvenliğini hiçe sayan taşeron firmalar veya halihazırdaki küçük markaların sahibi işverenlere açılan bir dava gibi görünse de aslında sorunun ardında bulunan milyonlarca Euroluk kocaman markaların bu cinayetlere ortak olduğunu da kanıtlayacak bir örnek. İşin maliyetini düşürmek için alınması gerekli önlemlerin hiçbirini almayan küçük kot markalarının yanı sıra sektörün büyükleri de taşlanmış kotları üretip satanlar arasında. Ancak bu “büyükler” kot taşlama işinin yapıldığı rodyo atölyelerini kendi bünyelerinde açmayıp işi taşeron firmalara devrederek bu cinayetlerde sorumluluk almıyorlar.

Yağmurdan kaçarken…

Bingöl’ün Karlıova ilçesine bağlı Taşlıçay köyünden olan Abdülhalim Demir’i ölümün eşiğine getiren öyküsü Güneydoğudaki savaş için inşa edilen koruculuk sisteminden başlayıp, hayatları pahasına neredeyse karın tokluğuna çalıştırılan işçileri barındıran tekstil sektörünün arasında. Aynı kaderi paylaştığı kendinden önce gelenlerin izini sürüp, koruculuğun dayatıldığı köyünden kaçıp geldiği İstanbul’da yatacak yer verildiği için başladığı kot taşlama işi sonunun da başlangıcı olmuş Demir’in. Bugüne dek aynı nedenle 4 kişinin öldüğü köyünde 7’sinin durumu ağır kendi gibi 300 slikozis hastası olduğunu söylüyor. “Ölmeden önce davamın sonuçlandığını görmek istiyorum” diyen Abdülhalim Demir’in sorunu çözecek makamlardan tek isteği ise silikozis hastası işçileri bir an önce emekli etmeleri. Demirle meslek hayatını, hastalığın boyutlarını ve hukuksal mücadelesini konuştuk:

Kot taşlama işinde çalışmaya nasıl başladınız? Hastalığınızı nasıl öğrendiniz?

1992’ye kadar köyümüzde hayvancılıkla geçiniyorduk. 1992’de PKK nedeniyle koruculuk getirildi. 2 bin 100 nüfuslu köyün neredeyse yarısı koruculukla geçinmeye başladı. Herkes hayvanını sattı. Hayvancılık bitince iş de kalmadı. Ya korucu olacaktınız ya da aç kalacaktınız. Durum böyle olunca biz de geçinmek için 1995’de, 14 yaşımdayken göç ettik. İstanbul’da kimsemiz yoktu, yatacak yer sorunumuz vardı. İstanbul’daki diğer iş yerlerinin aksine kot taşlama atölyelerinde bize yatacak yer veriliyordu. Herhangi bir zararı olduğunu da bilmediğimizden bu iş çok cazip geldi. 90’ların sonunda taşlanmış kot parlayınca da maaşlarımız birden iki katına çıktı. 80 lira kira verirken 600 lira maaş alıyordum. 2003 yılına kadar bu işte çalıştım. Ardından askere gittim. Slikozis teşhisi konulduğundan çürüğe çıkan bir çok arkadaşımızın aksine benim kontrollerimde bir şey çıkmadı. Askerdeyken koşamadığım için hastaneye sevk edildim. Oradaki röntgenlerde slikozis hastası olduğumu öğrendim.

Yaptığınız işi anlatır mısınız?

Taşlama ya da kumlama denilen iş kotu beyazlatmak için yapılır. Bir kompresör hava yankına oradan da püskürtme tabancalarına gidiyor. Tabancalrın başında da bir kum tankı var. Asitli bir şeydir bu hava. Hızlı bir şekilde 10 barla kuma vurur hava. Başında elmas memelerin olduğu bu tabanca yardımıyla da kotun üstüne hızlı şekilde gidip gelirdik. Bir saniye bile dursan kot delinir. Durmadan gidip gelirsin yani. Öyle güçlüydü ki tabancalar, çalıştığımız odalardaki duvarları ayda bir tamir ettirirdik. Çünkü boşta kalan tabancayı duvara tutardık ve duvar delinirdi. Vücuduna geldiğinde de delerdi. Ayaklarımıza sıçrardı bazen ve çok canımız yanardı. Kanama olmazdı ama kum yerleşirdi derinin altına. O kadar çok toz olurdu ki işten çıkıp gittiğimizde gözümüzden avuç içi kadar kum temizlerdik. İç çamaşırlarımıza kadar toz olurdu.

Çalışma koşullarınız nasıldı?

Günde, 12 saatten çift vardiyalı çalışılırdı. Haftada bir gün izin olurdu onda da çalışırsan mesai verirlerdi. Çalıştığımız depo gibi bir yerdi. Sadece tek pervaneyle havalandırılan sağlıksız bir ortamda tozun kumun içinde çalışıyorsun. Yüzünde maske var, tozdan çalışanın yüzü dahi görünmez. Aslında bu iş için gerekli özel maskeler var. Ağız kısmından bir hortum çıkıyor ve dışarıdan temiz hava soluyorsunuz. Böyle bir maskenin varlığını öğrendiğimde işverenime söyledim ama alamayız dedi. O zamanki fiyatı 50 liraydı. Bize verdikleri maske ise 10 liralık sarı renkli adi maskelerdi. Ben kardeşimle aynı işyerinde çalışıyordum. O tek maske takarken ben üç maskeyi üst üste takıyordum. Kardeşim 2 sene çalıştı, ben 3,5 sene çalıştım ve şu an aynı derecede hastayız.

Sadece küçük işletmelerde mi oluyor bu iş?

İhracat yapan büyük firmalar işin risklerini ve sorumluluğunu bildiklerinden kendi fabrikalarında rodyo atölyesi açmayıp işlerini dışarı yaptırıyorlar. Onlar da sorumludur. İstanbul’da halen Küçükköy, İkitelli, Sultançiftliği, Halkalı, Alibeyköy semtlerinde her türlü denetimden uzak çok sayıda kot taşlama atölyeleri var. Bunlar fason firmalar. Büyük kot firmalarının fason işlerini yapıyorlar. İhracat yapan firmaların pis işlerini yapıyorlar. Bu atölyelerde insanlık dışı koşullar var. Normalde buraların havalandırılması gerekirken, bunlar tam tersine kum kaybolmasın diye her tarafı kapatıyorlar. Saf kum olduğu için değerliymiş.

Kimler çalışırdı bu işte?

Yatacak yer verilmesi önemliydi. Köyünden gelmişsin kimin kimsen yok. Maaş da fena değil diyorsun ve başlıyorsun. Yani en çok yatacak yer sorunu olan Doğulular ya da kaçak çalışan Romen ve Azeriler. İşverenler Romen ve Azerilere masraf olmasın diye maske dahi vermezdi. Adamlar zaten Türkçe bilmezler ve seslerini de çıkaramazlardı.

Sigortanız var mıydı?

Kumlama hastalığına yakalanan ilk 187 kişi içerisinde bir tek benim sigortalı olduğum gözüküyordu ama sonradan onun da olmadığı ortaya çıktı. Çalıştığım işyeri üzerine sigortalıyım sanıyordum fakat sonradan anladım ki işverenin eşinin üzerine olan paravan bir şirkete kayıtlıymışım. Sadece 4 ay ödenmiş sigortam.

Denetim olmaz mıydı?

Ben hiç tanık olmadım. Genelde yıkamalarda denetim olur. Ama hem kumlama hem yıkama hem ütüleme yapılan yerler var çoklukla. Denetlemeye gelinse bile kumlama bölümüne getirmezler kimseyi. Ya da bazen önceden haber alınır denetimler ve o gün çalışılmazdı.

Bir atölyede kaç kişi kumlama işinde çalışırdı?

Son zamanlarda 5-10 tabancalık büyük yerler de kuruldu. 5 tabanca 5 usta demek. Bir o kadar da çırak olunca her vardiya da 10 kişi eder. 20 kişinin 24 saatte çıkaracağı iş 15 bin kottur. İşveren kotun bir tanesi için 40 kuruş alır.

Sizce bu işin gerçek sorumlusu kim?

Bu işin en büyük sorumlusu devletin kendisidir. Çalışma Bakanlığı Avrupa’da yıllar önce yasaklanan bir işin burada yapılmasına izin veriyor. Çalıştığım işyerinin vergi levhası vardı, ruhsatı vardı ama ben 3,5 sene boyunca tek bir memur görmedim denetime gelen. Bunun yanında büyük markalar da suçludur. 100 tane kumlama atölyesi açacak güce sahip olmalarına rağmen bilinçli olarak işi taşerona verdiler. Taşeronlarsa bizi tedbir almadan çalıştırdıkları için sorumludurlar. Bugün 20 yıllık büyük firmalardan biri kendini aklamak için son iki yıldır kotları kumlama yerine lazerle beyazlattıklarını açıkladı. Peki, neden kimse sormuyor geri kalan 18 sene boyunca nasıl yaptınız bu işi diye? O firmanın günlük üretimi 10 bin adet. Lazer makinelerinin günde çıkaracağı ürün 200 adet. 2 tane lazer makineleri var. Günde 400 tane lazerli üretim yapabilirler. Geri kalan 9 bin 600 ürünü nasıl yapıyorlar?

Yayınladığınız mektupların haber olmasından sonra Çalışma Bakanlığı’ndan bir cevap alabildiniz mi?

Hayır henüz bir cevap alamadım. Raporlarımı Başbakanlığa da Çalışma Bakanlığı’na da gönderdim ama geri dönen olmadı. CHP’ye de gönderdim, hükümet yardım etmiyor muhalefet eder belki umuduyla ama oradan da bir cevap gelmedi. Ya bizim sesimizde bir problem var çıkmıyor, ya da onların kulağında bir sorun var duymuyorlar.

Devletten beklentileriniz neler?

Benim devletten beklentim hatalarını kabul edip beni ve tüm hasta arkadaşlarımı, Meslek Hastalıkları Hastanesi’nden aldığımız raporlar doğrultusunda emekli etmeleri. Şu an mağdurlar herhangi bir gelirleri olmadığından çalışmak zorundalar. Bazılarının yüzde 30 çalışma gücü var ama çalıştıkça o da tükenecek. Yeter ki devlet denetim eksikliği olduğunu kabul edebilsin. Biz kimseyi asalım keselim demiyoruz. Zaten o zaman onlardan bir farkımız kalmaz.

Hukuksal mücadeleniz ne durumda?

Şu an açılmış bir ceza ve bir tazminat davası var. Davalar Haziran’dan beri sürüyor fakat sürekli erteleniyor. Benim gibi dava açan çok az mağdur var. Çoğunun dava açacak maddi gücü yok. Mahkemeye en az 3 milyar para gidiyor. Kimileri de “AKP’ye oy verdik şimdi ona dava mı açalım?é diyor. Halbûki asıl onların hakkı verdikleri oyun karşılığını beklemek.

Bundan sonra hayatınıza nasıl yön vereceksiniz?

Belki adalet eninde sonunda yerini bulur ama bu ne kadar sürer bilmiyorum. Bana şu an 5 yıl içinde öleceksin diyorlar. İstiyorum ki göreyim bu davanın sonucunu. Ben çocuklarımın geleceğini garanti altına almak istiyorum. İstanbul ortamında çocuklarımı bırakmam zor. O yüzden köye dönmeyi düşünüyorum. En azından köyde herkes birbirini tanıyor, gözüm arkada kalmaz. Emekli maaşım da bağlanırsa o parayla geçinirim, ben öldükten sonra da çocuklarım maaşımı alabilirler. Artık devletin cevabını bekliyoruz. Mektubumda da dediğim gibi belki ölümümüzü engelleyemezsiniz ama ölürken gönlümüzün rahat olmasını, gözümüzün arkada kalmamasını, kırılmış olan kalbimizin onarılmasını sağlayabilirsiniz.

Tekstil sektöründeki madenci hastalığı

1990’ların sonlarına doğru moda olan taşlanmış kot, beraberinde kumlama işini geliştirdi. Kotun üzerine slika adında bir cins kumun püskürtülmesiyle yapılan bu işlem, havalandırma ve maske kullanımı gibi tedbirler alınmadığında kumun akciğerlere dolmasıyla slikozis hastalığına neden oluyor. Akciğerlerde biriken kum, hastanın bağışıklık sistemine göre farklı derecelerde nefes darlığı yaratıyor. Slikozis’in derecesine göre bazı hastalar yaşamlarına nefes darlığıyla devam ederken, bazıları oksijen tüpüne bağlı geçen birkaç ayın ardından hayatını kaybediyor. Slikozis, kot taşlama haricinde maden ve cam sanayiinde de görülüyor. Ayrıca teflon tava üretiminde de slika maddesi kullanılmasından dolayı kayda geçmiş bir slikozis hastası var. Dünya’da kot taşlama nedeniyle slikozis hastalığı bildirilen ilk ülke Türkiye. Şu an Türkiye’de kayıtlara geçmiş 550 slikozis hastası var fakat işçilerin neredeyse tamamı sigortasız olduğundan tam sayı bilinemiyor. Çalışma Bakanlığı’nın verilerine göre 1980’lerin sonundan beri en az 10 bin kişi bu işte çalışmış. Türkiye’de şu anda bu hastalığa yakalananların sayısı ise kayıtlara göre 150’yi geçti. 20’den fazlası da öldü.

Yüzlerce ölüm olacak

İstanbul Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Profesör Doktor Zeki Kılıçarslan, Slikozis hastalığının tekstil sektöründeki yaygınlığının kamuoyuna duyurulmasını sağlayan önemli isimlerden. Aynı zamanda İşçi Kardeşliği Partisinin de genel başkanı olan Kılıçarslan, kumlama işinde çalışan ve belli bir süre ve yoğunlukta toza maruz kalan her işçinin mutlaka hasta olacağını söylüyor. Ancak silikozisin gerekli tedbirler alındığı takdirde önlenebilir bir hastalık olduğunu söylüyor:
“Ancak hastalık olduktan sonra geri döndürecek bir tedavi yok. Akciğer nakli bazen çare olarak görülebiliyor fakat onda da bir sürü sorun çıkıyor: Akciğer vericisi bulmak çok zor. Verici bulunsa bile vücudun yeni akciğeri kabul etmeme ihtimali yüksek. Türkiye’de henüz başarılı akciğer nakli yok. Bu nedenle yurtdışı tercih ediliyor. İşçilerin de bunu karşılayacak maddi imkânı yok. Bu nedenle hastaya slikozis teşhisi koyduktan sonra eve göndermekten başka çaremiz kalmıyor. İşçilerin haklarını araması için bizden sonra meslek hastalıkları hastanesine giderek raporlarını onaylatmaları gerekiyor. Hastalar orada bir kaç gün yatıp kot taşlama yüzünden hasta olduklarını kanıtlayan raporu alıyorlar. Ardından da hukuki süreç başlıyor. Tüm bu süreç içerisinde hastaya kapalı ve tozlu ortamlarda fazla bulunmamasını öneriyoruz. Hasta solunum yetmezliğine girerse o zaman hastaneye yatırıp solunum cihazına bağlıyoruz ancak bu da hastaya sadece fazladan birkaç ay kazandırıyor o kadar. Biz maalesef önümüzdeki senelerde bu hastalıktan yüzlerce ölüm bekliyoruz.”

Sorunun kaynağı kayıtdışı ekonomi

Slikozis hastası işçilerin sayısı arttıkça tekstil sendikalarının da konuya ilgisi arttı. Türkiye’de tüm sektörler arasında en çok kayıtdışı firmanın bulunduğu sektör tekstil sektörü. Bu sektörde milyonlarca işçinin sigortasız çalışması nedeniyle sendikalara da büyük iş düşüyor. DİSK’e bağlı Tekstil İşçileri Sendikası Eğitim ve Araştırma Uzmanı Hasan Aktaş sorunun çözümünün kayıtdışı ekonomiyle mücadele etmek olduğunu söylüyor:
“Devlet kayıtdışı ekonomiyle başa çıkamadığı sürece merdiven altı işletmelerde işçi sağlığı göz ardı edilmeye devam edecektir. Sigortasız işçi çalıştıran firmalar yükselme hedefi olmayan, sadece para kazanmaya bakan firmalardır. Bugün uluslararası tekstil işverenleri işçi sendikalarıyla gevşek bağlarla bağlı ama süregelen anlaşmalar yapıyor. Bu anlaşmaları yeri geldikçe sendikalar etkin hale getiriyor ve işçinin lehine kullanıyor. Uluslararası markalar da uluslararası ticarette varolabilmek için bu anlaşmalara uygun davranıyorlar. DİSK, Türk-İş ve Hak-İş önümüzdeki günlerde ‘ İşçi Sağlığı Girişimi’ adı altında temeli aksiyonel eğitime dayalı bir girişim başlatacak. Başlatacağımız İşçi Sağlığı Girişimi’yle işverenleri tek tek ziyaret edip hem işvereni hem de işçiyi bilinçlendirmeyi hedefliyoruz. Bu konuda işverenin gönüllü olması şart. Bizler karşılaşılabilecek tehlikelere karşı önlemleri anlatsak bile işveren gerekli tedbiri almadıktan sonra işçi sağlığı tehlikede olmaya devam edecektir. Biz, Tuzla Tersaneleri’nde işçiyle geminin tepesine çıkıp alacağı önlemleri gösteriyoruz ama işvereni gerekli önlemi almazsa kazaları önleyemeyiz.

Kasten öldürmeye teşebbüs suçu

Kot Taşlama İşçileri Komite Üyesi Avukat İbrahim Gönen Yöntem davalarını aldığı taşlama işçileri adına işverenler hakkında kasten öldürmeye teşebbüsten suç duyurusunda bulunduklarını anlattı:
“Abdülhalim beyin davasında delillerin toplanması aşamasındayız. Bu dosya ve komitenin elindeki diğer dosyalarda işverenlerin öncelikli ihlalleri iş kanunu ve diğer mevzuatta belirlenen işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini almayarak işçileri insanlık dışı koşullarda çalıştırmalarıdır. Belirlenen önlemlerin alınmaması ve mevzuata aykırılık durumlarında iş mevzuatının belirlemiş olduğu cezalar neredeyse tamamen idari para cezalarıdır. Komiteye bağlı gönüllü avukatlar olarak bizler, söz konusu ihlallerin işçilerde oluşturduğu meslek hastalığı ve bunun sonucu meydana gelen ölümleri göz önüne alarak, yasadan ve sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirmeyen işverenler hakkında Türk Ceza Kanununun ‘Hayata Karşı Suçlar’ ve ‘Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar’ bölümlerinin ilgili maddeleri uyarınca kasten öldürme ve kasten öldürmeye teşebbüs suçlarından ve bu suçların işlenmesine göz yuman çalışma bakanlığının ve ilgili yerel belediyelerin sorumluluları hakkında da görevi ihmal nedeniyle savcılıklara suç duyurularında bulunduk. İşçilerin büyük bir bölümü sigortasız çalıştırılmış veya ücret/süre bakımından gerçeğe aykırı olarak olarak sigortalanmışlardır. Bu sebeple işçilerin sigortalılıklarının tespiti, sağlık yardımlarından faydalanabilmesi, kendilerine işgöremezlik veya maluliyet maaşı bağlanabilmesi ve vefat halinde söz konusu olanaklardan yasal mirasçılarının yararlanabilmesi için hizmet tespiti davaları açtık. Oluşan meslek hastalığı ve maluliyetler nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararların tazmini için işverenler aleyhine iş mahkemelerinde ve idare aleyhine de idare mahkemelerinde tazminat davalarının açılması aşamasındayız.”

Yorum yazın