Sanat

100 yıl sonraya, Belgeler'12

Yazan: Melek Karakuş
Betül Kara

Galata Fotoğrafhanesi Belgesel Fotoğraf Programı fotoğrafçılarının çalışmalarından oluşan Belgeler’12 isimli sergide sekiz ayrı hikâye anlatılıyor.

Galata Fotoğrafhanesi Fotoğraf Akademisi tarafından dördüncüsü düzenlenen Belgesel Fotoğraf Programı katılımcılarının belgesel çalışmaları Fotoğraf Vakfı Galerisi'nde sergileniyor. 10 Kasım'da açılan ve 9 Aralık’a dek sürecek Belgeler’12 adı verilen sergi insanları, binlerce çocuğun işçiliğini meşrulaştıran sistemi, gün geçtikçe yayılan lösemi hastalığını, engeli olmayan engelli insanı, kent yaşamının doğayı yok edici gücünü fark etmeye davet ediyor.

Serginin içerisinde “100 yıl sonraya nasıl göründüğünüz bir fotoğraf bırakmak istersiniz?” sorusuyla yer alan, geleceğe hatıralar oluşturma ve tamamen geçmişte kalmamızı sağlayan “Hatırlamak” teması da yer alıyor. Sergi, belgesel çalışması yapılan sekiz hikâyeyle topluma bazı sosyal konulara karşı farkındalığı ve umudu aşılıyor.

Belgeler’12 sergisinde, Belgesel Fotoğraf Programı eğitimi kapsamında 12 ay süren, 20’den fazla fotoğrafçı ve akademisyenin çeşitli seminer ve atölye derslerine katılan fotoğrafçıların uzun soluklu projelerine yer veriliyor. Betül Kara’nın “Hızlı ve Yavaşça Taşınıyoruz”, Ceren Kalecik’in “Eylül”, Cüneyt Çetinkaya’nın “Canlı Mankenler”, Feride Öksüz’ün “Araf”, Mete Ersöz’ün “14,5”, Murat Şensu’nun “Beton Yatak”, Yaprak Özkönü’nün “100 Yıl Sonraya Fotoğraflar” ve Yaşar Eti’nin “Hatırlamak” adlı belgesel fotoğraf çalışmaları, 9 Aralık'a kadar pazar günleri hariç, hafta içi 12.00-19.30, cumartesi günleri 12.00-18.00 saatleri arasında, Serdar-ı Ekrem caddesi Ali Hoca sokak No: 15'te ziyarete açık.

Açık Radyo’dan lösemiye sekiz ayrı hikaye

Dünyanın tüm renklerine ve seslerine yer veren Açık Radyonun belgesel fotoğraflarını çeken Betül Kara, “Açık Radyo’nun Tophane Tütün Deposu'ndaki yeni yerine taşınmasını bahane ederek tanıtımını amaçladık bu projede” diyor. Açık Radyo’nun taşınma sürecini, çoğulcu yapısını görsel zemine yatıran Kara, “Hızlı ve Yavaşça Taşınıyoruz” temasının çıkış noktasını şöyle anlattı: “Açık Radyo’nun fotoğraflarında aslında toplumda bağımsız duruşun mümkün olabileceğini gösterdik. Açık Radyo biliyorsunuz ki dinleyicileri destek veriyor. Dinleyicileri sayesinde ayaktadır. 2004’ten beri Dinleyici Destek Projesi sayesinde Açık Radyo ve Programlar yayın hayatını devam ettirebiliyor. Dolayısıyla aslında hiçbir baskının altında değil. Tamamen özgür düşüncenin rahatlıkla konuşulabildiği anlatabildiği bir ortam o yüzden bu sesin devam etmesi gerekiyor. Dinleyici Destek Projesi açık radyonun devamı için gerekli olduğunun kanıtı ve de toplumda da kolektif çalışmanın da bir sembolü. Bu proje bir yandan bunu sorgulamayı da sağlamış oluyor.”

Lösemi tanısı henüz yeni konulmuş bir çocuğun dünyasını gözler önüne seren Ceren Kalecik, hüznün içinde renkleri yakaladığı belgesel fotoğraf çalışmasıyla umudu fark etmemizi sağlıyor.  Kalecik, lösemi hastası Eylül’ün tedavi sürecini, renkli dünyasını duygu sömürüsü olmadan yansıtıyor. “Eylül zaten çok güçlü ve hastalıkla savaşan bir çocuk. Onun gücü de fotoğraflara yansıdı” diyen Kalecik, projesinin neden lösemiyi anlatmak olduğunu şu şekilde dile getirdi: “Kanser günümüzde grip gibi yaygınlıkla görülen bir hastalık. Lösemi de aynı şekilde. En çok çocuklarda görülüyor. Türkiye’de yılda 2 bin çocuk lösemiye yakalanıyor. Ve 2020 yılında bunun 3 bin olacağı söyleniyor. Çok ciddi bir sayı ve hiçbir şey yapılmıyor. Eylül gibi binlerce çocuk var. Hayatımızı kolaylaştıran şeyler aslında bize zararlı hastalıklar olarak geri dönüyor. Benim fikrim bu. İnternet, cep telefonları sürekli birlikteyiz, olmazsa olmazlarımız ama bunların hepsi kanseri tetikleyen faktörler. Eskiden kanser az rastlanan bir şeydi. Niye? İnternet yoktu. Cep telefonu yoktu. Hormonlu besin diye bir şey yoktu. GDO’lu gıda aynı şekilde. Sigara en masumu en görünür olanı. Hepsi çocukları etkiliyor.”

Engelleri yıkan engelliler

Mete Ersöz, “14.5” ismini verdiği çalışmasıyla Galatasaray Tekerlekli Basketbol Takımı'nın Avrupa Şampiyonası ve Türkiye’de play-off süresince yaşadıklarını anlatıyor. “Takımın hırsını göstermek istedim” diyen Ersöz, temanın ismini de şu şekilde açıklıyor: “14.5 isminin biraz teknik bir açıklaması var. Oyuncuların bir handikap puanları var. O handikap puanları sahaya çıkarlarken sahadaki 5’linin toplam sayısı maksimum 14.5 sayısını geçemiyor. Buradan yola çıktım.” Ersöz, Belgeler ’12 Sergisi ile “Herkesin küçük ya da büyük kafasına taktığı bir şey var. Dikkatini çeken bir şey var. Bu birileri için çok önemsiz birileri için çok önemli dolayısıyla herkes bunu dile getirmiş oldu” dedi.

Feride Öksüz, Araf’ta kalmış çocukların hikâyesini sergiye taşıyor. Küçük yaşta çalışmak zorunda kalmış çocuk ruhlu yetişkinlerin arada sıkışmışlık halini Semih Nergiz örneğinden anlatıyor. Öksüz, bir dönem kendisinin de ailesine destek olmak amacıyla küçük yaşta çalıştığını bunun üzerine bu temayı seçtiğini belirtti. Öksüz, Semih ile yaşadıkları süreç hakkında şunları söyledi: “Biraz çıkış noktam kendimden oldu. Daha sonra çıraklık eğitim merkezlerine gittim. Oradaki çocuklarla konuşmaya çalıştım. Daha geniş bir proje yapmayı düşünüyordum. Fakat daha sonra bunun çok uzun zaman alacağını gördüğüm için tek bir çocuğa odaklanmaya karar verdim. Ve onla da hayli bir zaman geçirdik. Biraz daha onla geçirdiğim zaman sonunda gelişti aslında. Bu çocuğun beni çekmesi de şundan kaynaklanıyor; sanat eğitimi almak isteyen bir çocuk. Farklı istekleri var. Semih’le biraz vakit geçirdik. Ona projemi anlatmaya çalıştım. Yaklaşık 6 aydır Semih’le beraber çalışıyoruz. Bu sürenin 3-4 ayında fotoğraf çekinmişizdir. Semih daha sonrasında pes etmeyeceğini akşam lisesine kaydolmak istediğini söyledi. Bir şekilde resim sanatıyla ilgilenen bir çocuktu ancak resme eskisi kadar ilgisi yok. Çünkü bir kırgınlık var ortada. Resimlerini yakmış zaten projemde de yer verdim. Akşam lisesine yazıldı daha başka şeyler yapmak istiyor.

Fotoğraf: Murat şensu

Fotoğraf: Murat şensu

Olduğundan çok olgun bir çocuk. Fotoğrafları görenler de kendisini görenler de kesinlikle 15 yaşında olduğuna inanmıyor.”

Murat Şensu, “Beton Yatak” adını verdiği belgesel çalışmasıyla Kadıköy’de bulunan Kurbağalıdere’ye dikkat çekiyor. Her gün üzerinden, önünden, yanından geçtiğimiz sadece kokusunu duyduğumuz bir derenin varlığını görmemizi sağlıyor. Kurbağalıdere’nin beton borular içinde yok edilmesini, kent yaşamının doğayı yok saymasını dile getiren Şensu, “Pek çok kişinin onun varlığından bile haberi yok. Üstünden geçiyor. Yılda bir defa buraya bir kepçe geliyor temizliyor. Gece dere basbayağı fokurduyor. Çünkü aşağısı bataklık. İnsanların böyle çöpler attığı bir dere. Hatta devletin, İSKİ’nin bile kukaları burada temizleniyor” dedi.

 

Yorum yazın